ABD'nin İran’a yönelik saldırısı, yıllardır süren tehdit ve şantajların somut bir saldırıya dönüştüğü yeni bir döneme işaret ediyor. Batı'nın ikiyüzlü sessizliği ise işgalci zihniyeti açıkça destekliyor.
ABD, günlerce kamuoyunu oyalayan “vuracak, uçaklar havalandı” tehditlerini hayata geçirerek, İran’ın nükleer tesislerini bir gece vakti bombaladı. Tesislerin ne ölçüde zarar gördüğü konusunda taraflar farklı açıklamalar yapsa da bu saldırının asıl amacı gayet net: İran’ı masaya “teslimiyetle” oturtmak.
Siyonistlerin uzun süredir ABD’ye dayattığı İran karşıtı askeri müdahale planı, kısmen gerçekleşmiş oldu. Ne yazık ki Netanyahu’nun işaret ettiği hedefler –Hizbullah, Suriye, İran– bir bir vuruluyor. Bundan sonra sıranın kime geleceği ise pek gizemli değil.
Trump’ın “dünyaya barış getirme” iddiasıyla başlayan başkanlığı, çelişkili açıklamalarla dolu olsa da ortak mesaj şu: İran teslim olmalı.
Teslim olduktan sonra istekler bir bir gelecek… Rejim değiştirilmeli, nükleer altyapısı yok edilmeli, siyonist rejim için hiçbir tehdit kalmamalı. İran, bir BAE, Suudi, Mısır’ın çizgisine gelmelidir.
Ancak karşılıklı müzakereler böyle işlemez. En vahşi kabilelerde bile masa başında görüşmeler yürütülürken taraflar birbirine saldırmaz. Saldırı olursa o taraf mahkûm edilir. Ama sözüm ona "medenî" olduğunu iddia eden Batı dünyası, ABD’nin saldırılarına sessiz kaldı, hatta İran’a ABD ve siyonistlerin ağzıyla suçlamalar yöneltti. ‘israilin kendini savunma hakkı vardır…’
İşgalcinin, katilin, hırsızın kendini savunma gibi bir hakkı olamaz… ama maalesef, hırsıza tanınan kendini savunma hakkı, ev sahibine, mal sahibine verilmiyor.
İran ne yaparsa yapsın, teslimiyet dışında bu zalim güruhu ikna edemez. Çünkü mesele, haklılık değil; güç meselesidir. Güç dengesi olmadan ABD ile yürütülecek her sözde müzakere, aslında tehdit ve dayatmadan ibaret olacaktır.
İslam ülkelerinin Dışişleri Bakanları toplantısından çıkan “kınıyoruz, endişeliyiz” cümleleri ise acziyetin itirafıdır. Bu tutumlar, sadece saldırganların cesaretini artırır.
Ben de ‘Sizi kınıyorum, sizin bu halinizden derin endişe duyuyorum…’
ABD ve siyonistlere karşı gerçekçi bir tutum ancak direniş ve mücadele ile mümkündür. Güçlenmeyi erteleyen, “ekonomimi toparlayayım, silahlanayım” gibi maslahatlara sığınan anlayış, düşmanı cesaretlendirir.
Bu noktada Bediüzzaman’ın şu ifadeleri meseleyi çarpıcı biçimde özetliyor:
"Zalim ve vicdansız bir adam, birisini yere atıp ayağıyla onun başını kat’î ezecek bir surette davransa, o yerdeki adam eğer o vahşî zalimin ayağını öpse, o zillet vasıtasıyla kalbi başından evvel ezilir, ruhu cesedinden evvel ölür. Hem başı gider, hem izzet ve haysiyeti mahvolur."
"Hem o canavar, vicdansız zalime karşı zaaf göstermekle, kendisini ezdirmeye teşci’ eder. Eğer ayağı altındaki mazlum adam, o zalimin yüzüne tükürse, kalbini ve ruhunu kurtarır, cesedi bir şehid-i mazlum olur. Evet, tükürün zalimlerin hayâsız yüzlerine!" (Mektubat, 29. Mektup, Altıncı Risale)
Bu yüzden, sıranın bize gelmesini beklemeden, eldeki tüm imkânlar seferber edilerek direnilmeli; müzakere değil mücadele esas alınmalıdır.