Mürur-u zaman konusu ve mülki davalarda hakimin kanaat belirtmesinin İslam hukuk sisteminde yerini anlamaya çalışacağız:

Zaman aşımı, İslam hukukçuları iki başlık altında incelemişler:

1-Mal ve Mülkü Kazandırıcı Zaman Aşımı

2-Cezayı Düşürücü Zaman Aşımı

İslam hukukunda bu her iki zaman aşımı hukukta geçerli değildir. Bir haksızlık üzerinden zamanın geçmesiyle yok olması demek, salt manada üzerinden zamanın geçmesiyle bir günahın da affolunması demektir. Bu da Kur’an-ı Kerim’in günahların cezası için cehennemi gösterme ilkesine aykırıdır. Uzun müddet elinde haksız yere bir mülkü bulunduran insan, o mülkü sahiplenemez.

Bu hususta asıl, mülk sahibine yapılan bir haksızlık olur. Ayriyeten bu yöntem, İslam’da mülk edinme yollarından değildir.

Çünkü İslam iktisad hukukunda şöyle bir usul kaidesi vardır: “Hak, zamanın geçmesiyle düşmez.” Bu konuda geniş bilgi almak isteyen İbn Abidin ve Fethul Kadir şerhinden “Deyn” konusuna bakabilirler.

Mürur-u zamana uğrayan bir hukuki dava üzerinden kaç sene geçse tekrar görülebilir? Tüm fakihler ortalama on beş yılı gösterirler. Başka bir yönüyle bu davadan davaya değişebiliyor. Hanefi fakihlerine göre bir haklı dava görüldüğü zaman üzerinden on beş yıl geçtikten sonra tekrar bakılamaz. Bunu “İstihsan” delili üzerinden izah ediyorlar.

Maliki Hukukçularına göre ise “Kim bir şeyi on sene elinde bulundurursa o şey onun olur” Eğer hısım olarak o mal şahsi bir mülk değilse on yıldan sonra o mülk, çalıştıranın mülkiyetine geçebilir denilmiştir.

Eğer nizalı bir mülk edinme ise üzerinden uzun bir zamanın geçmesi lazım. Malikilere göre on yıldır. Bu durumda on yıldan sonra dava açılırsa iki durum söz konusu olur; birincisi asıl mülk sahibi hiçbir sebep yokken bu zaman diliminden sonra dava açmışsa dava geçersiz olur. İkincisi, dava ettiği halde hakkına kavuşmamış veya davayı açmaya mani özel durumlar olursa dava açmak caizdir ve delil getirse hak sahibi olur.

Hanefi fakihlerine göre, dava açmaya özel durumlar olmadığı halde bu müddetten sonra dava etmeyi, istihsan delili üzerinden infiala sebep olabilir diye düşer demişler.

İnsan kalbinin en iyi ilacı, zamandır. Nice insanlara yapılan nasihatler fayda vermediği durumlarda, zaman o meseleyi terbiye eder.

Evet, zaman birçok dert ve ızdırabın devasıdır. Hz. Yusuf’a iftira atan kadınlar, takriben sekiz yıl geçtikten sonra hakikati söylediler. Bu yönüyle zaman, birçok müşkülatın hali için laboratuvar gibidir.

Çünkü aradan geçen zamanda insanların hisleri yatışır ve duyguları yumuşar.

İslam hukukunda kanaat bölümü: İslam kelamcıları ve Müslüman filozoflar kanaati daha çok ahlaki sahada zikrederek, kişinin payına düşen az bir şeye razı olmakla izah etmişler. Bunu bazı mefhumu muhalifleri olan hırs, tamah, şereh(hazlara düşkünlük) ve tul-i emel gibi mefhumlarla izah etmişlerdir.

Fakat bu yazımızda hukuki bir davada var olan delillere rağmen, hakimin bir nevi içtihad olan kanaatini söyleyip söylememe meselesini anlamaya çalışıyoruz.

Bu konuda bir önceki yazımda da belirttiğim Yahudi ile Hz. Ali’nin zırh konusunda Kadı Şüreyh’in kanaati, Hz. Ali’den yana olduğu halde, deliller üzerinden hüküm vererek zırhı Yahudi’ye vermişti. Demek ki, yüzde yüz kanaati otursa bile, var olan deliller üzerinden hüküm verme mecburiyeti vardır. İstidlale rağmen hakime içtihat hakkı verildiğinde usulsüzlüklerin ardı arkası kesilmez. Onun için İslam hukukunda kanaatini söyleyerek hüküm verilemez. Bugün İslam’ın engin adaletine daha çok muhtacız.