Bugün sokaklara, çarşılara, okullara ve sosyal medyaya baktığımızda şu soruyu sormamak elde değil: Hayâ ortadan mı kalktı? İçinde yaşadığımız toplumda ne yazık ki utanma, sıkılma, edep ve mahremiyet gibi değerler ya göz ardı ediliyor ya da alay konusu hâline getiriliyor. Oysa hayâ, yalnızca bireysel bir ahlâk meselesi değil, toplumun manevî sigortasıdır. Hayâsızlık yaygınlaştıkça toplumun ruhu zedelenir, fertler arasında güven, saygı ve mahremiyet duygusu çöker.

Resûlullah Efendimiz (s.a.s.), “İman yetmiş küsur şubedir… Hayâ da imandandır” (Müslim, İman, 58) buyurmuştur. Hayâ ile iman birbirinden ayrılmaz. Biri varsa diğeri de vardır; biri zayıfladığında diğeri de çöker. Yani hayâsızlık aslında iman zafiyetinin dışa vurmuş hâlidir. Nitekim bir başka hadis-i şerifte şöyle buyurur: “Utanmıyorsan dilediğini yap.” (Buhârî, Enbiyâ, 54) Bu ifade, hayâsızlığın insanı ne tür yanlışlara sürükleyebileceğini en net şekilde ortaya koyar.

Hayâ, kişinin kötü ve çirkin bir davranış karşısında içten rahatsızlık duymasıdır. Allah’tan, kullardan ve kendi vicdanından utanmasıdır. Hakkıyla hayâ sahibi olan kişi, yalnızca insanların gördüğü yerde değil, gizli hâllerinde de edepli davranır. Kur’an, “Nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah onların yanındadır.” (Mücâdele 58/7) buyurarak hayânın temelini Allah’ın murakabesine bağlar.

En güzel hayâ örneklerinden biri de Hz. Osman’dır (r.a.). Resûlullah (s.a.s.), onun geldiğini görünce oturuşunu değiştirir ve sahabelerin şaşkınlığına şöyle cevap verir: “Meleklerin bile hayâ ettiği kişiden ben hayâ etmeyeyim mi?” (Müslim, Fedâil, 30). Bu, hayânın insanı nasıl bir yüceliğe taşıdığının canlı bir örneğidir.

Ne yazık ki günümüzde okullar, özellikle lise ve üniversiteler, hayânın en çok ihlal edildiği yerler hâline gelmiştir. Kıyafet serbestliği adı altında sınırlar aşılmış, mezuniyet törenleri eğlenceye değil, teşhire dönüşmüş, gençlerimizin mahremiyet bilinci zayıflamıştır. Sosyal medya da bu tabloyu daha vahim bir noktaya taşımaktadır. Genç yaşta çocuklar, dijital mecralarda kendilerini “özgürlük” kisvesi altında teşhir etmektedir. Oysa bu özgürlük değil, heva ve nefse esir düşmektir.

İslam ahlâkının özünü ifade eden hadis-i şerif şöyle der: “Her dinin kendine has bir ahlâkı vardır, İslam’ın ahlâkı da hayâdır.” (İbn Mâce, Zühd, 17) Bu nebevi ilke bize gösteriyor ki, hayâyı kaybeden, İslam’ın ahlâkî kimliğini de kaybeder. Mâverdî de hayânın gitmesiyle artık insanı kötülükten alıkoyacak hiçbir iç engelin kalmayacağını ifade eder.

Bu sebeple sadece bireyler değil, aileler, okul idareleri, öğretmenler ve kanaat önderleri sorumluluk üstlenmelidir. Hayânın yeniden dirilmesi için önce kalpte iman, sonra fiilde edep yeniden yeşermelidir. Sessiz kalan, bu gidişin suç ortağı olur. Bu mesele birkaç gencin giyiminden ibaret değildir; bir ümmetin istikametiyle ilgilidir.

Ümmetin istikamet ve selâmeti için “emr-i bi’l-ma’rûf nehy-i ani’l-münker” dairesi içerisinde, herkes kendisine düşen sorumluluk gereği, bir yandan iyiliği emrederken diğer yandan hikmet içerisinde münker olanı da engellemelidir. Ma’rufun en büyüğü, iman, İslâm ve ahlâk; münkerin en kötüsü ise hayâsızlık ve edepsizliktir.

Rabbimiz bizleri hayâ elbisesiyle donatsın, utanma duygusunu kalplerimize yerleştirsin. Hayâyı kaybetmemeyi, edebi kuşanmayı nasip etsin. Âmin.