Ana dilimiz, cüzi iradesiz kaderimizdir. Yani normal şartlarda ana dilimizi seçmez, sadece yaşarız.
Ana dilimiz, tarihin sabır dolu emeğiyle emzirilen öz kendiliğimizin annesidir. Hüzünlerimiz, gülümsemelerimiz, geleneğimiz, değerlerimizdir. Yani yaşamımızın kendisidir. Öyleyse normal şartlarda, dilimizi sadece yaşarız. Zaten doğar doğmaz yaşamaya başladığımızı da hiçbir zaman seçmek zorunda kalmayız.
Hz. Adem'e melekleri secde ettiren, Allah'ın kendisine bahşettiği, varlığı ve zamanı isimlendirebilme yeteneğiydi. Yani insan aslında dildir. İnsan dili oluşturur ama sonra dil iletişimin ötesine geçer. Kavramlar, insanın oluşumunu belirlemeye başlar.
Tek olan Allah, varlığın hepsini tektipleştirmediği gibi dilleri de tek dil kılmadı. Renklerin ve dillerin zenginliğini tek olan varlığının delillerinden kıldı. Öyleyse, Allah'ın ayetlerini inkar etmeye çalışanlardan olmamalıyız. Çünkü O, insanı farklı renklerde ve dillerde yaratmayı murad etti.
Yani ana dilimiz, doğuştan edindiğimiz mülkümüz, doğarken sahip olduğumuz özgürlüğümüzdür. Eğer Allah'u Teala, Hz. Adem'e, mazereti ne olursa olsun, sonradan dile müdahale girişimlerinin ismini sormuş olsaydı, Allahualem Hz. Adem, ismini 'zulüm' kategorisinin içinde anardı. Çünkü Müslümanlar olarak, Allah'ın verdiği bir hakkı kısıtlamanın mazeretini oluşturma hakkına sahip değiliz.
'Özgürlük' kavramı, Hz. Adem'in yaratılışı anında 'bilinç' kavramıyla beraber en çok işlenen kavramlar arasındadır. İlk yaratılış anında insan, özgürlüğün sahibi olarak yaratılmış ve yasaklama yetkisi Allah'a mahsus kılınmıştır. Bundan sonra Allah'ın yasaklamadığı alanları yasaklamak isteyenler, özgürlüğün katili olurlar. Çünkü Allah'u Teala bizleri sadece kendisine kul olalım diye yarattı, birbirimize efendi veya köle olalım diye yaratmadı.
Beraber yaşama zorunluluğunun oluşturduğu toplumsal sözleşmelerin içerisine yerleştirilecek her özgürlük maddesi, sevgiyi ve kardeşliğin beraberliğini pekiştirecek, hayatı daha yaşanır kılacaktır. Özgürlüklerden asla korkmamalıyız. Özgürlük bizi ayrıştırmaz aksine birleştirir. Farklı inançlara, renklere ve dillere, zaten kendi mülkleri olan özgür alanı sonuna kadar açma zorunluluğumuz vardır. Bu lütuf değil, haktır.
Adalet, güzel yüzlüdür. Kendisine bakanı kendisine hayran bırakır. Müslümanlar olarak Allah'ın rızası dışındaki tüm suni değerlerimizi terk edip, adaleti hakkıyla ayakta tutanlardan olmalıyız. Kendimiz, ailemiz, ırkımız için istediğimiz bütün halkların ama (altını çizerek söyleyelim) bütün halkların aynısını, inançta kardeşimiz olanlar için de isteyelim. Ki (hadisle sabittir) ancak o zaman bir mümin olarak kalabiliriz. Ve insanlıkta türdaşımız olan herkes için de isteyelim. Ki (Hz. Ali'nin tespitiyle) ancak o zaman adil bir insan olabiliriz.
Birimiz diğerimizden üstün değiliz. Allah katında erdemimizi belirleyen özelliğimiz, kan ve kafatasımızın şekli değil, Allah'ın rızasını kaybetme korkumuzun oranıdır. Asıl, Allah'ın rızasını kazanmak dışında edindiğimiz korkularımızdan korkmalıyız. Özgürlüklerden ve adaletten korku, meşru olmayan suni değerlerimizden edindiğimizi düşündüğümüz imtiyazlarımızı kaybetme korkusudur.
Kendimize has kıldığımız her imtiyaz, karşıt talep doğuracaktır. Talebin karşılanmaması, adalet beklentisini zedeleyecek, kin ve nefret üretecektir. Bu da bir süre sonra başkaldırıya ve direnişe sürükleyecektir. Çatışmayı, ayrışmayı, kalplerin firakını, birbirini karşı tarafa itip kendinden öteki kılmayı ve düşman olarak algılamayı oluşturacaktır. Kalplerimizi bölüp parçalayacak olan bu hastalığın ilacı ise adaleti, özgürlüğü ve ortak inancımızı aramızdaki harç kılmamızdır. O zaman Teyfik Fikret'in bir zamanlar dediği gibi; 'Vatanım ruy-i zemin, milletim nev-i beşer' (vatanım yeryüzü, milletim insanlıktır) demeye başlar, farklı dillerdeki kavramlarımızın enerjisini kardeşçe, birlik beraberlik içinde, varlığımızın asıl amacı olan Allah'ın ismini anmaya çağrı için kullanabiliriz
Bu duygular ve bir gün doğal biçimde yaşamaları umudu içinde, ortaokula giden öğrencilerimizin seçmeli dersleri seçerken ana dillerini de seçmelerini önemsiyoruz.