• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Zulüm ile müsemma olan bir rejime son veren ve putları deviren Suriye halkının gazasını tebrik ile söze girelim.

Suriye halkının yönetime el koymasında malum emperyalist güçlerin veya komşusu Türkiye’nin yahut başka güçlerin doğrudan veya dolaylı bir payı var mı, elbette ki, başta Suriyeliler olmak üzere hepimizin cevabını bilmesi gereken bir sorudur. Burada dememiz o ki, yönetime el koyanların yanında veya arkasında birilerinin olmasını, bu rejimi devirenleri tebrik etmemize engel görmediğimiz gibi, gelecekte sapmaları halinde veya adil olmayan icraatlarını eleştirmeye de engel görmüyoruz. Kaldı ki, emperyalistlerin bizdeki varlıkları yeni de değil. Osmanlı’yı yendiklerinden beridir içimizde ve tepemizde değiller mi? Dahası, ülkelerimizin sınırlarını, nasıl bir rejimle yönetileceğimizi, anayasalarımızı ve hatta liderlerimizin dahi çoğunu belirleyenler onlar değil mi?

Nerede ve ne zaman o demokrasi maskeli emperyalistlerin sultalarına tehlike arz etmişsek, ambargolarla, darbelerle ve işgallerle vurulmamış mıyız? Artık içimizde de emperyalistlerin boyunduruğunu içselleştiren bir kitle yok mu? Dahası, son sözünü ABD’nin veya diğer bir gücün söylemediği kaç tane bağımsız ülkemiz var?

Kendimizden örnek verelim: dünyanın en büyük teröristi olan ABD’nin vatanımızı üsleriyle işgal etmesi milletin rızasının mı bir sonucudur?

Girişi bu kadar uzatmamızın nedeni, aklıselimi bastıran duyguları gevşeterek, sağlıklı düşünme ve muhakeme etme melekelerini özgürlüklerine kavuşturmaktır. Çünkü bizim de bu savaşın neresinde olduğumuzu bilmemiz gerekiyor. Aksi halde düşmanlarımız Gazze’de, Lübnan’da ve Suriye’de ve dahi Sünni, Şii, Arap, Fars, Kürt ve Türk gibi ayrımlar da yapmadan on binlercemizi öldürüyorken bile, bizler mezhepçilik ve milliyetçilik girdabında debeleniyor olacağız. Ki onlar 7 Ekim 2023 tarihi itibariyle topyekûn bir savaşı başlatmış ve Lübnan’dan, Suriye ve İran’a kadar yeni cepheler açmışken bile, bizim nelerle uğraştığımız ortada…

Gelelim emperyalistlerin saldırılarının odağındaki İran ve Türkiye’nin neler yapabileceklerine, daha doğrusu, “ama” ve “eğer” demeksizin neleri yapmaları gerektiğine…

Örneğin, İran halkı, ABD yanlısı Şah’ı devirdiği ve kendi iradesini idaresine egemen kılma kararı verdiği günden beridir, ABD ve müttefiklerinin her türlü saldırılarına ve yaptırımlarına maruz kalmıyor mu? Hakeza Türkiye halkının kendi iradesini idaresine yansıtma çabaları da her defasında darbelerle, yaptırımlarla ve başka tehditlerle akamete uğratılmıyor mu?

Emperyalistlerin, her fırsatta anılan ülkelerin içişlerine müdahale etmeleri, zenginliklerini gasp etmeleri ve kısaca politikalarını kesintisiz bir düşmanlık üzerine kurmuş olmaları, geçelim aynı dinden ve dahi birbirilerine komşu olmalarını, sadece kendi çıkarlarını korumak adına bile olsa, dayanışmaları gerekmiyor mu?

En büyük talihsizlik de, iki ülkenin aydınlarının ve âlimlerinin de yöneticilerine ve topluma yön vermenin gerisine düşmüş olmalarıdır.

Sonuç olarak görünen o ki, Birinci Dünya Savaşı’ndaki işini yarım bıraktığını düşünenler, Gazze’den başladılar ve güçleri yeterse, İslam dünyasındaki direnç noktalarını birer birer yok edeceklerdir. Bu direnç noktalarından ikisi de Türkiye ve İran’dır. Türkiye’nin bir NATO ülkesi olması ve her bir karışında ABD’nin bir üssünün bulunuyor olması da Türkiye’yi onlar için meşru bir hedef olmaktan çıkarmıyor. Dolayısıyla İran ve Türkiye’nin yapmaları gereken şey, Suriye’yi bir rekabet alanı görmek hatasına düşmeden Suriye’yi de içine alacak bir ittifakla emperyalist saldırılara karşı koymaktır. Şu bir gerçek ki, kendilerini yıkmayı, parçalamayı ve diz çöktürmeyi amaçlayan bu saldırıları boşa çıkarmaları da Gazze ve Suriye’ye karşı yükümlülüklerini yerine getirdikleri ölçüde olacaktır.