• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

AB ülkelerinin 9 Haziran 2024’de gerçekleştirdikleri Avrupa Parlamentosu seçimlerini ırkçı partilerin kazanmaları Avrupa’da olduğu gibi Türkiye’de de tartışılmakta ve bu arada ırkçılık da eleştirilmektedir doğal olarak.

Önce ırkçılığı kısaca tanıyalım, tanımlayalım: Irkçılık; bir ırk- millet adına diğer ırklara – milletlere yapılan her türlü haksızlığın adıdır.

Irkçılık demişken, önce Türkiye toplumu olarak hala yaşadığımız bu kavram kargaşasına dair düşüncemi arz edeyim. Her ne kadar bazı insanlar ve bir de İslam’ı olduğu gibi özümsemekte zorlanan Müslümanlar milliyetçiliği ırkçılıktan farklı görüp meşrulaştırsalar bile, başlıkta da gördüğünüz gibi, bendeniz ikisi arasında bir fark görmüyorum. Çünkü milliyetçilik dedikleri zihniyetin uygulaması da ırkçılığın ta kendisidir.

Milliyetçiliği müspet ve dolayısıyla ırkçılıktan farklı olarak görenlerin pratiklerine baktığımızda da aralarında sadece bir ton, şiddet ve derece farkı olduğunu görürüz.

Bu arada bu karşılaştırmayı Avrupa’nın ve Türkiye’nin tarihlerinden bağımsız ve bugünkü fiili durum çerçevesinde yaptığımızı da belirteyim…

Avrupa ırkçılığı kendi bünyesindeki milli, dini, mezhebi ve ideolojik renklere düşman değildir ve hepsini tanır. İstisnaları elbette ki vardır, ama belirleyici değildir. Dolayısıyla Avrupa’daki bu ırkçılık dışarıya karşıdır, dışarıdan gelenlere karşıdır. En fazla da Müslümanlara karşıdırlar. Avrupa ırkçılığının diğer bir özelliği de, yabancıları asimile etmede iktidarların elini güçlendiriyor olmasıdır.

Avrupa’daki ırkçılığı değerlendirirken, siyonistlerin etkisini ve belirleyiciliğini de göz ardı etmemek gerekir. Çünkü siyonistler, Hristiyanların kendi aralarında ittifak kurmalarını önlemek, Hristiyan kamuoyundaki İslam karşıtlığını ve Müslümanlara olan güvensizliklerini diri tutmak ve ticaretinden siyasetine kadar her alandaki etkilerini arttırmak için ırkçıları kullanmaktadırlar.

Türkiye’deki ırkçılığa gelince…

Avrupa’dakinin aksine bir devlet ideolojisidir ve aynı zamanda içindeki milli, dini, mezhebi farklılıklara da düşmandır. Irkçılığı Türkiye’ye ihraç edenlerle onların Türkiye’deki taşeronları da ırkçılığı toplumun temel değerlerini bozmak ve ırkçılık üzerinden topluma tahakküm etmek yönünde kullanagelmişlerdir.

Türkiye’deki ırkçılık diğer bir özelliği de, emperyalistlerin lehine ve toplumun değerlerinin aleyhine “müstemlekeci” olmasıdır. Bunun içindir ki, Türkiye’deki ırkçılık her ne kadar Türklük adına olsa da, pratikte Türk’ün iktidarına vurulan bir darbe, ayağına vurulan bir pranga ve inancına yapılan bir tecavüzdür. Burada kast ettiğim, tabii ki, Türk’ün Müslüman olanıdır ki, bu da toplumun çoğunluğudur.

Afrika’daki ırkçılık gibi Türkiye’deki ırkçılık da Avrupa ve dolayısıyla emperyalist menşelidir. Onun içindir ki, hem Afrika’daki ve hem de Türkiye’deki ırkçılıklar her zaman bu halkları zayıf düşürür ve onların toplumsal barış, güven ve refahını bozarken, Avrupalıların onlar üzerindeki etkisini de kesintisiz hale getirmiştir.

Avrupa’daki ırkçılıkla Türkiye’deki ırkçılığı birbiriyle kıyaslamak da yanlış olur. Çünkü Türkiye’deki ırkçılık az ülkede vardır. Mesela, Türkiye’deki Kürtler, anadillerini yaşamaları konusunda ne Bulgaristan ve ne de Yunanistan’daki Türkler kadar hakka sahiptirler. Hatta Kerkük’teki Türkmenler kadar bile hak sahibi değiller.

Yüz yıldır devam eden bu ırkçı uygulamalara rağmen Türkiye’nin hala bütünlüğünü koruyabilmesinin nedeni, şüphesiz ki, Türk’üyle, Kürt’üyle ve diğer Müslüman unsurlarıyla birlikte milletin inancının hala devletin ve kurumlarının ırkçılığına galebe çalıyor olmasındandır. Fakat milletin bu direncinin de gittikçe zayıfladığını görüyoruz. Son zamanlarda gözlemlenen ciddi bir tehlike var: Aynı zamanda İslam’ı da hedef alan bir ırkçılığın hem Türklerin ve hem de Kürtlerin içinde neşvünema bulup güç kazanmasıdır.

Temennimiz ve duamız, Türkiye’nin karar vericilerinin Ukrayna’da, Gazze’de ve diğer yerlerde cephe açanların heveslerini kursaklarında bırakmaları ve adalet eksenli çözümlerle ırkçılığı yenmeleridir.