• DOLAR 34.646
  • EURO 36.514
  • ALTIN 2931
  • ...

İnsan bir başkasına muhtaç fıtratta yaratılmış bir varlıktır. Kendi hayatının devamı için bir başkasıyla beraber yaşaması gerekir. Bu yaratılan her canlı varlığa, Yaradan’ın getirdiği temel yaşam koşuludur. Hayatı yaşamanın bir ferdi boyutu, bir de toplumsal boyutu vardır. Hayatın toplumlara bakan boyutu tıpkı kişisel boyut gibi bir başka toplumun da varlığına saygılı olmasına bağlıdır. Çünkü, her insanın varlıksal onuru insanlık ailesinin genelinin onuruna bağlıdır. İslam hukuk sisteminde bu onur “zarureti hamse” şemsiyesi altında muhafaza edilmiştir. Sırasıyla, can, mal, akıl, din ve neslin korunmasıdır. Bu ortak onuru kabul etmeyen tek toplumsal yapı siyonist terör çetesidir. İsrailoğulları her yönüyle olduğu gibi bu manada da bir toplumun ontolojik yapısının tersine suyu akıtmaktadır. Bu mücrimliğin iki sacayağı bulunmaktadır.
a)Siyonist bir kadının doğurmadığı hiçbir insanın siyonizme alınmaması.
b) Siyonistler dışında her insanın üzerinde sonsuz tasarruf hakkına sahip olduğuna inanmak. Dünyada en dindar teşkilatlardan en dinsiz teşkilatlara kadar hiçbirisinde girmek istese de biz hiçbir kimseyi içimize almayız denilmez. En acımasız örgütsel yapıların dahi çarpıştıkları insanları kazanabiliriz üzerine mutlaka bir hesapları olur. Mesela; Medine İslam Devletinin teşekkülünde aslen Yahudi olup sonradan Müslüman olmuş sahabeler vardır.
Bütün kavimlerin toplumsal soyu erkeklerden kabul edilir. Kuvvetin her türlüsü ve özellikle toplumsal mukavemeti erkeklerde görürler. Örneğin, boşamalarda nafaka ve benzeri sorumluluğun erkeğe yüklenmesi de bundandır. Fakat Siyonistler bu toplumsal mukavemeti kadına bağlamışlardır. Siyonist bir kadının doğurmadığı her bir insan Siyonizme hizmet etmek için yaratılmıştır. Tıpkı bizler kavun, karpuz, ayva, armut ve elmayı kesip yediğimizde bir acıma hissi oluşmuyor. Aynen Siyonistler başka insanı öldürdüklerinde onlarda bir acıma duygusu oluşmuyor.
Bu görüş her şeyden önce dindarlıktaki kemalata aykırı bir dini tasavvur biçimidir. Dindarlığın zirvesi dinen mütevazı olmayı gerektirir. Ve dindarlığı sa’ya bağlar. a) Asıl dindarlıkta başkasının kendisinden daha dindar olduğuna inanılır. b) Dindarlık yaratılışla kazanılmaz, doğumdan sonra yapılan ibadet ve dini hizmetlerle elde edilen bir takva sonunda elde edilir. Fakat İsrailoğulları, dindarlığı doğuştan elde edilmiş bir imtiyaz olarak kabul ederler.
İsrailoğulları’nın bu hırsında onlarca peygamber katledilmiştir. Peygamberlere acımayan bir toplumla hiçbir antlaşma yapılamaz.
İsrailoğulları’nın insanlığa aykırı bu tutumuna karşı tüm dünya insanlık ailesinin karşı durması lazım. Kur’an’ın bu mesele üzerinde çokça durmasının hikmetini zihin dünyamızda iyi kodlamalıyız. Yüce Allah bu konuda bizim muhayyilemizde bir algının oluşması ve bu tehlikenin farkındalığı için İsrailoğulları’nın nankörlüğünü sık sık zikretmiştir.
Fakat, burada mühim bir mesele vardır. İsrailoğulları’na karşı çıkarken kendi kavmi veya mezhebi üstünlükleri üzerinden yapılacak her mücadele İsrailoğuları’na hizmet edeceğini bilmemiz gerekir. İsrailoğulları dünyayı sadece mallarıyla değil, tezellül ahlaki zafiyetleri ile de etkilemiştir. Bugün sayısı azımsanmayacak miktarda İslami kesimlerde, dünya siyasetinden tebaasını uzak tutmaya çalışanlar vardır. Bunu dindarlığın verdiği takva, ihlas ve sadakat ile tanımlamaları Kur’an ve Risalet ile yüzde bin çelişmektedir.
Bu görüşü destekleyenlerin kahir ekseriyetinin ehli tasavvuf olması ise apayrı bir dini kaybımızdır. Çünkü tasavvuf dinin atıl arka bahçesi değil, dinin her yönüyle zirvesini yaşamaktır. Dini yaşama zirvesinin iki büyük sütunu vardır. Bu da; cihad ve namaz ibadetidir. Cihad ruhundan tamamen soyutlanmış bir ibadet tasavvufi bir ibadet olmaktan çıkar. Bu yönüyle İsrailiyyat sadece rivayetlerimizde değil, aynı zamanda rü’yetlerimize de girmiştir.
Kısaca, İsrailoğulları’nın zihin kodlarını iyi tahlil edip, Kur’an’ın üzerinde durduğu gibi durmamız gerekir. İsrailoğulları’nın kendilerini seçkin toplum olarak görme hastalığına iyi teşhis koymalıyız. Bu görüşün bize bakan yönüyle kavmimizi ve mezhebimizi üstün görmek gibi bir çalışmanın ümmetten çok İsrailoğulları’na hizmet ettiğinin farkına varmamız gerekir. Bizim buna dikkat etmemiz gerekir.