İSLAMİ ANLAYIŞ VE ÜSLUP ÜZERİNE TAHLİLLER – 1
Bu ümmetin evveli ne ile ihya olmuşsa ahiri de onunla ihya olacaktır. Yeni neslin gidişatı İslami ve tevhidi açıdan yeniden kılavuz perspektiflere ve rehberi mefkûrelere ihtiyaç duymaktadır. İslami bir kimlik ve kişiliğin yeni nesil tarafından da kuşanılması amacıyla, İslam’ın ve tevhidin nasıl anlaşılması gerektiği üzerine anlayış ve üsluba dair tahliller gerekiyor. Selef-i Salihinin yolunda izler aramak icab ediyor. Fabrika ayarları her zaman en iyi çıkış yoludur.
TARİHTE TEVHİD KAHRAMANLARI
Mü'minlerin Hz. Âdem’den beri süre gelen tevhid için verdikleri mücadeleye bakılacak olursa, Müslüman olarak dünyada hayat sürmenin ne kadar zor olduğu anlaşılır. Bu zorluklara göğüs geren tewhid kahramanları çok eziyet çektiler. Mücadelede sayısız düşmanlar arasında lafla değil, kan, ter ve gözyaşıyla pişirilerek günümüze ulaştırdılar.
Devralınan bu mücadele çizgisinin, kutsal misyonun aynen sürdürülmesi gerekir. Zafer ve galibiyet budur.
Ümmet ve ümmet'in birer ferdi olarak bu anlayışı idrak edersek; galibiyet ve üstünlük sürecine girmiş oluruz. Ya kendisinin de yaşadığı bir zaferi görür ya davasının galip gelmesi için gerekeni yapar ya da Rabbinin razı olacağı şekilde farz olan vazifesini edâ eder... Müslüman’ın İslami mücadelede mağlup olması yoktur. İslam'a göre yaşarken, İslam davasında mücadele verirken yaralanmak, öldürülmek, esir düşmek mağlubiyet değildir. Bu konumdan bireysel ya da kurumsal sapmak mağlubiyettir, hüsrandır. (Gazze şahittir.)
Biliyorsunuz, İslam'ın galibiyete mağlubiyete getirdiği yorum; beşeri ideolojilerinkinden farklıdır. Beşeri anlamda galibiyet, İslam'a göre mağlubiyet olabilir. İslam; galibiyet ve üstünlüğü imana ve imanın gereklerini yapmaya bağlamıştır. Kur'an-ı Kerim bunu Uhud savaşı akabinde üzgün müminlerin halet-i ruhiyelerine şöyle telkin ediyor: "Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer inanıyorsanız üstünsünüz." Buradaki üstünlük mutlak anlamda olup iman şartına bağlanmıştır. Üstünlük galibiyeti de kapsamına almaktadır. O halde mü'min ölse de kalsa da galip olduğuna göre hak üzere olan taifeye bağlı demektir. Yani Hz. Peygamber aleyhisselat u wesselamın kıyamete kadar hak üzere galip geleceğini söylediği taife'ye tabi demektir. Bu, Kur'an'ın Mücadele Suresi'nde galibiyetini te'yid ettiği Allah taraftarlığıdır.
Tarih okursanız; mücadelenin mihveri olan tevhidi ve tevhid kahramanlarını; onların karşısında da kafirlerin elebaşlarını, müşrikleri göreceksiniz. Allah'a kul olan, şeriatını yaşayanlar'ı ile; heva ve heveslerine uyan insanlar arasındaki mücadelede, her insanın mutlaka bir tarafta yer alıp mevzilendiğini kimse inkar edemez. Darb-ı mesellerde Kur'an, bu konuyu kesin ve keskin bir şekilde dile getiriyor. Ve bu hususu, iman edilecekler derecesine çıkarıyor.
Mü'minlerin kafirlerle olan mücadelesi, Allah'ın nizamını yaşamaları ve tağutları red etmeleri esası ya da kafirleri tevhidi kabule zorlamaya dayalıdır. Hiç bir zaman ekonomik ve sosyal nedenlerden dolayı değildir ve olmamıştır. Çatışmanın temeli, ekseni tevhidin kabul ve reddidir. Çatışmanın yayılıp dal budak salmasının temelinde mü'minlerin, kafirlerin tevhid-şirk eksenli siyasi egemenlik mücadelesi vardır. Mücadele farziyetinin İslam'ın temel rukünlerinden olması bunun en bariz delilidir.
Peygamber aleyhisselat u wesselam, kafirlerin tek millet olduğunu beyân ediyor. İnançta tek millettir. Müslümanlara karşı mücadelede tek millettir. Burada millet din anlamındadır.
Şirk, irtidat, Hristiyanlık, Yahudilik, Ateistlik, Laisizm, ... gibi farklı isimler küfür zakkumunun dalları, budakları, değişik şekilleridir. İslam akidesi açısından aralarında fark yoktur.
İslam ile Müslümanlar söz konusu olunca teklikleri hiç bir zaman bozulmaz. Müslümanları sevmezler ve müsamaha göstermezler.
Kur'an, Yahudi ve Hristiyanların dinlerini kabul etmediğimiz müddetçe bizden razı olmayacaklarını beyan ediyor. Kıstas çok açık ve nettir. Yahudi ve Hristiyanlara tabi olmadığımız, teslim olmadığImız, güdümlerine girmediğimiz müddetçe bizden razı olmayacaklar. Yahudi ve Hristiyanların güdümündeki mürted yönetimlerin bize boyun eğdirmeye çalışmaları da bu cümledendir.
Kafirler, tek millet oldukları halde kendi aralarındaki çatışma ve savaşları ise; kimseyi yanıltmamalıdır. Çünkü bunun sebebi ideoloji ya da inanç değil, tamamen ekonomiktir. Bu hal, aynı kaptaki yemeği kapmak için boğuşan köpek tab'ının bir tezahürü gibidir. Bugünkü dünya statükosuna bakarsanız ve var olan mücadelenin tahlilini yaparsanız bunu çok daha açık olarak görürsünüz.
TARİHTE MÜ'MİNLERİN KARŞILAŞTIĞI İŞKENCELER
Hz. Peygamber aleyhisselat u wesselam, nübüvvetini izhar ettiği ilk yıllarda kendisine iman edenlerle beraber müşriklerden çok eziyet gördüler. Özellikle sosyal konum itibari ile zayıf ailelere mensup Müslümanlar çok sıkıntı ve işkece gördüler. Bilal, Ammar, Habbab, Ebu Basir (R.Anhum) gibi…
MUVAHİDLERİN MİSYONU DEVAM EDİYOR
Bugün tewhid mücadelesinin temsilcileri dünyanın her tarafında vardır. Allah'a hamd olsun ki, Her Muvvahid kesim, kendi mıntıkasında bu tarihi misyonun temsilciliğini yapmaktadır. Dolayısıyla Ümmet mensupları; İsa aleyhisselamın hawarileri ve Peygamber aleyhisselat u wesselam'ın Ensar’ı ve Muhacirlerin ahlakını pratize etmelidir. Biliyorsunuz, bu tarihi isimler Peygamberlerin aleyhim-musselam cemaatlerinin mübarek isimleridir. Hanif olan Ashab-ı Kehf, Hawari, Muhacir, Ensar... Qur'an'da zikredilen Cemmat isimleridir. İslam Ümmeti bu konum ve misyonu yakalayıp muhafaza etmek zorundadır. Bu uğurda yapılanları; olan bitenleri Allah'u Teala biliyor. Ve Allah'u Teala mü'min kullarını hiç bir zaman yalnız bırakmaz. Kendi yolunda mücadele edenlere hidayet yollarını gösterir. İmtihan eder fakat, en kritik ve muhtaç anlarda salih kullarını mucize ve ikramları ile himayesine alır. Yeter ki mü'min inancını yitirmesin. Ateşe atılanı, balığın yuttuğunu yalnız ve yardımsız bırakmayan Allah, hiç kimseyi unutmaz. Kalplerdeki gizliyi iyi bilen Allah, İslam için mücadele veren ve bu uğurda belalara, musibetlere düçar olanları haşa unutur mu? Fakat mü'minleri dener, kafirlere de mühlet verir. Mükâfat ve ikabların tecellisini; yapılanların niteliğine göre dünya ve ahirette taksim eder. Allah'ın kanunları, insanlar için böyle bir strateji koymuştur. Hani müşrikler Hz. Peygamber aleyhisselat u wesselam'a "Haydi bize bir ceza indir de görelim" diye istihza ettiler. Bunun üzerine "De ki; Kendi kendime, Allah'ın dilemesinden başka ne fayda ne de zarar verebilirim. Her ümetin bir eceli vardır. Ecelleri geldiği vakit ne bir saat ileri gider ne de bir saat geri kalırlar" ayeti nazil oldu.
TARİHSEL TEVHİD MÜCADELESİNDE HİCRET VE ZİNDAN
Mücadelesiz kan, gözyaşı, eziyet aczdir. Dönüşsüz bir gidiştir. Ama kan, gözyaşı, eziyet mücadele ile beraber olursa zafer getirir. Mükafatını Allah dünyada da verir.
Müslümanlar elbette kesif bir ahlakla, kararsız sun'i bir azimle basit bir yapılanmayla bu önemli misyonu gösteremezler, bu yüce cihad makanının hakkını veremezler.
Mücadele açısından zindan karanlığı meyve yetiştiren tohumları gizleyen toprağa benzer. Gizlilik görünmezlik, ihlası çağrıştırır. İhlas ise kurtuluşu müjdeler. (İsrail zindanları ve Gazze)
Bu bakışla tevhid uğrunda mücadele veren evvelki ümmetleri en başta peygamberleri ve onların izleyicileri olan kahramanları düşünün... İslam'ın, hak davanın, insanlığın ve tarihin onların omuzları üzerinde yükseldiğini göreceksiniz...
MUHACERAT- ÖLÜM DE BİR HİCRETTİR
Ashab-ı Kehf'in kısasına bakınız, dönüşü olmayan muhaceratın kahramanlarını göreceksiniz. Rabbine iman eden o gençler zalim topluluk ve yetimleri nasıl arkalarına alarak terk ettiler. Kur'an mücadelelerinin bütün hayatlarını değil, sadece bir ucunu gösteriyor.
Biliyorsunuz muhacerat kaçmak değildir. Muhacerat müminlerin baş eğmezlerin güç yetiremeyince teslim olmayışlarıdır. Muhacir gözden dökülen yaş gibidir. Hicret, gözyaşı, anaya, babaya, kardeşe, eşe, dosta, vatanına….yüksek dağlardan geldiği yerin kokusunu teneffüs ederken, dağlar kadar büyük zulüm dağlarını hatırlar. Bir muvahidin güç yetiremediğinden muhacir olduğu ardından birçok olay vardır. Fakat en çok duygulandıran, kalpleri hetuna çevirenlerin başında muhacerat olsa gerek... Davalar tarihinde, davaların oluşumunda ve davaların zafere ulaşmasında muhaceratın önemli ağırlığının olması da bilinen bir gerçektir.
Muhacir anıldıkça gurbet hasretle anılır. Biliyorsunuz göçlerde, muhaceratlarda bir hüzün, bir keder vardır. Hicrete zorlananlarda belki bu burukluk hissedilmez fark edilmez. Fakat hicret edenlerin geride kalan arkadaşlarını bir hasret ve burukluk kaplar.
Peki dünyadan gidişte geride kalanlarda durum nedir? Niye onlarla beraber gidip ulaşmak hasreti güçlü bir şekilde kendini hissettirmiyor. Gitmemelerini, baki kalmalarını istiyorlar. Bunun emaresi olarak ağlayıp dövünüyorlar. Oysa insanın çok sevdiği kişiler göçüp gitmiştir. Onlara ulaşmak hasreti niye fazla güçlü değil. Niye ölümden korkuluyor. Özellikle müminler niye korkuyorlar? Bunun başlı başına tahlil edilmesi gerekir. (Herkes Cennete gitmek ister, oysa kimse ölmek istemiyor denilir.)
Bu perspektifle düşünürseniz Kur'an'ın sözünü ettiği "Rabblerine iman eden o gençlerin" mücadelelerine hayran kalacaksınız. Keza Yusuf aleyhisselam'ın zindanını ve İsa aleyhisselam'ın havarilerinin başına gelenleri düşünün. Koca İslam tarihindeki zulüm ile adalet dalgalarının ve bu dalgalanmaların temelinde zalimler ile mücahidlerin kıyasıya mücadelelerini düşünün. İslami sorumluluğun bu dalgalanmalardaki çerçöp mesabesinde olmadığını görürüsünüz.
Eğer dünya İslam'a göre kurulu değilse sorumlu Müslüman onu değiştirmekle mükelleftir. Bu uğurda görülecek eziyetlere, belalara, … merhabası olacaktır. Elbette Allah müminleri dener denilince kastedilen budur. Bu devre imanı yaşama, sabretme, öğrenme, anlama, direnme, yılmama, eğitme, talip olma, vs. düzlemlerinde kendini gösterir… (DEVAM EDECEK)