• DOLAR 35.349
  • EURO 36.646
  • ALTIN 3009.3
  • ...

“Elbette bir çiçek ile bahar gelmez, fakat her bahar mutlaka bir çiçek ile başlar…”

“Yüz yıl” sonra büyük bir fırsat Türkiye’nin ve Kürtlerin kapısına gelmiş kapıyı çalmaktadır.  Ya kapı açılıp buyur edilir ya da o fırsat tasını tarağını toplayıp gider de 5 yıl sonra herkes onu arar; ama belki bir yüz yıl daha, belki de hiç bulamazlar…

Son 30 - 40 yıldır Orta Doğu’daki değişim ve dönüşüm süreci geldiği nokta itibariyle; hem Lozan’dan sonra bölge coğrafyasındaki kasti olarak oluşturulan dengelenmemiş gerilimlerin bir dengeye oturması, hem Kürt sorununun bir çözüme kavuşması hem de Türkiye’nin tarihsel rol ve sorumluluğunu kuşanması açısından bir imkân paketine dönüşmüştür.

Zaten Lozan’ın Ortadoğu için bir mayın tarlası olduğunu, Lozan mimarları bizzat söylemektedirler. ABD’li diplomat George Kennan bu mayın tarlasını dehşet verici bir ifadeyle şöyle özetlemiştir; "Gelecekte yaşanacak büyük trajediler, söz konusu antlaşmalarda ŞEYTANIN ELİYLE YAZIYA DÖKÜLMÜŞTÜ."

1923 Lozan süreci ile beraber Osmanlı imparatorluğu 29 - 30 parçaya bölündü. Osmanlı’daki her bir halk Osmanlı’yı terk etti. Otuz kadar devlet Osmanlı bakiyesi üzerine kuruldu. En son Kürtler kalmıştı. Osmanlının Stockholm Elçisi Kürt Mehmet Şerif Paşa, Kürdistan Teali Cemiyeti gibi bazı seküler Kürtler de diğer uluslar gibi ayrılıp bağımsız bir devlet kurmak için Lozan’da girişimlerde bulundular. Müracaatları Ermeni ve Yunanlılarla beraber kabul edildi. Türkiye’nin Lozan delegasyonu (İsmet İnönü), Mustafa Kemal’i arayarak “acil olarak” Kürt temsiliyetinin de kendilerine verildiğinin beyan edilmesini ister. Bunun üzerine Mustafa Kemal; Kürt milletvekilleri Hasan Hayri bey ve Yusuf Ziya Bey’i ikna ederek Lozan’a telgraf çektirir. “Türk delegasyonunun aynı zamanda Kürtleri de temsil ettiği, Kürtlerin tüm haklarının Türklerle beraber korunacağı belirtilir.”  İlaveten mütedeyyin Aşiret Ağaları ve Âlimler Lozan’a telgraflar çekerek Türklerle beraber aynı temsiliyette olduklarını, Şerif paşa ve beraberindekilerin temsiliyetini kabul etmediklerini beyan ederler. (10 Şubat 1922’de Kürtlere özerklik tanıyan bir yasa, gizli oturumda kabul edilir fakat daha sonra uygulanmaz ve inkar edilir.)

Kendisi de bir Kürt olan İsmet İnönü, Türkler ve Kürtler adına Lozan antlaşmasını imzalar. (Maalesef daha sonra Kürtlere vaat edilen haklar ve özerklik tanınmadığı gibi, Kürtlerin ayrılmasını önleyen bu iki milletvekili Hasan Hayri Bey ve Yusuf Ziya bey de niceleri gibi idam edilirler.)

Foto 1: Lozanda Kürtler ve idam edilen Vekiller

İnönü ve delegasyonu daha Lozan’da adeta Kürtleri satıyorlardı. İngilizlerin derdi Musul ve Kerkük petrolleriydi.  İngiliz yazar ve tarihçi Toynbee, “Eğer biz Türklere Kürtleri teslim edersek, onlar bize Musul’da petrol imtiyazını vereceklerdir” diyor. Aynen öyle de oldu. Irak’taki Kürtler gözden çıkarıldı, fakat Musul ve Kerkük de petrolleriyle beraber elden çıktılar. Türkiye’nin Musul ve Kerkük’teki hissesi 500 bin sterlin karşılığında İngilizlere bırakıldı. (Sonraki süreçte bu petroller İngilizlere de kalmadı.)

Her ne kadar 1921 anayasasında Kürtlerin de kurucu unsur olduğu belirtildi ise de daha sonra Kürtlere verilen sözler yerine getirilmediği gibi çok ağır faturalar da ödetildi.  Darb-ı meseldeki gelinin deyişiyle “Dur ayağımı yer edim, gör ben sana ne edim” misali, Lozan’dan sonra her bir parçasının kendisine peşkeş çekildiği ülke; adeta Kürtleri asimile etme, yok etme yarışına girdi.

Türkiye, İran, Irak, Suriye ve Ermenistan arasında bölüştürülen Kürtler, büyük trajediler yaşadılar ve bir KÜRT SORUNU bir yüz yıl boyunca adeta bu coğrafyaya serpiştirildi.

Foto -2 Mustafa Kemal, Kürtlerin ayrılmaması için görüşmeler gerçekleştirdiği Kürt ileri gelirlerinden birkaç numune (Muşlu Musa Bey, Dersimli Diyap Ağa, Sivas kadısı)

Mahabat, Enfal, Halepçe, Zilan, Dersim, Koçgiri, Sason gibi pek çok katliam ve trajediler aynen bu şeytanın eliyle yazıya dökülen teorinin adeta pratiği oldu.        

TRAJEDİ SADECE KÜRTLERLE SINIRLI KALMADI 

Tüm bu olumsuzluklar ve trajediler sadece Kürtlerle sınırlı kalmadı. Tüm bir bölge gün yüzü görmedi. Sürekli 10 yılda bir tekrarlanan darbeler, karşı darbeler, iç çekişme ve çatışmalar, iç ve dış savaşlar, bozuk ekonomi, emperyalist ülkelerin oyuncağı olup kurdukları paktlara bağlanmalar, vs… Kürtlerin taksim ettirildiği hiçbir ülkede sükûn ve huzur görülmedi 

İngiltere ve Fransa gibi ülkeler bölgede kalıcı olamadılar, gittiler; ama fitneleri sürdü...

Türkiye; Musul, Kerkük, gibi petrol kaynakları ile Ege adaları, Batum, Kıbrıs gibi toprak kayıplarına uğradı. (Zaten Osmanlı imparatorluğundaki bütün toprak kayıpları, aynı zamanda Türkiye’nin de kayıplarıydı) İslam alemindeki başat rolü ve Hilafet Makamı elinden çıktığı gibi, İslam aleminde fazla yaşanmayan bir şekilde de İslam’dan uzaklaştı, sekülerleşti. Birinci ve ikinci dünya savaşlarından sonra, ekonomik olarak adeta sıfırlanan Almanya ve İtalya gibi pek çok Avrupa ülkesi, ekonomik olarak Türkiye’nin gerisinde iken, Türkiye’nin izlediği yanlış politikalar yüzünden Türkiye ekonomisinin yüzlerce kat ilerisine geçtiler. Türkiye bütün ekonomik kaynaklarını askeri amaçlı ve Kürt meselesi endeksli kullanırken, ondan daha geride olan Almanya şu an 57 İslam ülkesinin ekonomilerinin tamamından daha büyük bir seviyeye ulaştı. Türkiye Bütçe giderlerinin aslan payını, şu an bile Savunma Bakanlığı bütçesi almaktadır. Oysa bu bütçe Türkiye’yi ekonomik olarak çok büyük refaha kavuşturur.

İran; Azerbaycan ve Kürtlerle iç savaş yaşadı üçe bölündü. Rusya’nın hegemonyasına girme bedeli ile bölünmeyi aştı.  Şah ve mevcut yönetim arasındaki iktidar iç savaş ile rejimi değişti. Daha sonra Irak ile 8 yıl süren savaş ve bir milyondan fazla insan kaybı ve bugüne kadar bir türlü sükûnet bulmamış iç ve dış çekişmeler, ambargolarla bugüne kadar gelinen ve halen belirsizliğini koruyan sancılı süreç…

Irak; defalarca iç darbe yaşadı. 1975’te Kürtlerin özerkliğini engellemek için, İran’a Şattül Arap’ta toprak rüşvetinde bulundu, daha sonra bundan vazgeçip verdiği bu topraklar için İran ile 8 yıl savaştı. Kuveyt’i işgale kalkıştı. Amerika işgaliyle parçalanıp bugünkü haline geldi.

Suriye; Hatay’ı ve Lübnan’ı kaybetti. Golan tepelerini israil’e kaptırdı. Hama katliamıyla neticelenen bir iç savaş süreci yaşadı.  Bugün de yine bir iç darbe ile, topraklarında yabancı askerlerin varlığı ile belirsizliğin sürecine girmiş durumda, sonunun ne olacağı belli değil…

 Ermenistan; Sovyet işgaline uğradı, oradan çıktıktan sonra Azerbaycan’la yıllarca savaştı toprak kaybına uğradı. Bozuk bir ekonomi ile hayata tutunmaya çabalıyor.   

Kısacası varlığını Kürtlerin yokluğu üzerine bina etmeye kalkışan hiçbir ülke ve toplum fayda görmedi. Seyit Rıza’nın deyişiyle “Kürtler onlarla baş edemedi, o Kürtlere dert kaldı. Yine Kürtler onlara baş eğmedi o da onlara dert kaldı.”

 

YÜZYILIN FIRSATI MI?

Türkler ve Kürtler; Türkiye başta olmak üzere, neredeyse homojenize olmuş bir tarzda karışmışlardır. An itibariyle Orta Anadolu ve Batı Anadolu’da; Doğu ve Güneydoğu’dan çok daha fazla Kürt yaşamaktadır ve bunlar adeta Doğu - Güneydoğudan kopup buraya yerleşmişlerdir. Suriye, İran ve Irak’taki Kürtler de daha önce belirttiğimiz gibi suni bir şekilde Türkiye’deki Kürtlerden ayırtılmış fakat coğrafi bütünlükleri bozulmamıştır. İlgili ülkelerin SINIR TELLERİ VE TAŞLARI Kürtlerin coğrafyası üzerinden geçirilmiştir, fakat Kürtler fiili olarak bitişik yaşamaktadırlar.

Aslında Arap ülkeleri ve Arap halkları da Kürtlerin kendileriyle Türkler arasında bir tampon bölge olarak yaşamalarını arzulamaktadırlar. Son dönem politikaları ve çabaları da bu yöndedir. Net ve açık olarak Araplar da bir Türk- Kürt federasyonunu arzulamaktadırlar. Tabii bu kendi istekleri mi, Batılıların onlar için talebi mi, tartışılır.

Batı dünyasının da bu yönde politik ve siyasi meyli vardır.

Bu konu bir tek İran’ın işine gelmemektedir, onun engeliyle karşılaşacaktır. Çünkü İran tarihsel bağlamda Fars-Türk çekişmesi, Fars - Kürt uyuşmazlığı ile Şii- Sünni çatışması ekseninde böylesi bir birlikten kesinlikle rahatsızdır ve engel olmaya çalışacaktır.

Buna rağmen bu görüş her yönüyle en makul ve doğal çözümdür.

Bu noktada Türklere de Kürtlere de düşen görevler vardır. Her iki kesim de tabanını kamuoyunu sağduyulu bir şekilde yönlendirmek durumundadır.

Devamı ve detayları gelecek sayıda ele alınacaktır inşallah…