Kütüphanede araştırma yaparken karşısına Spinoza adında bir filozof çıkmıştı…

Okumaya başlamış, farklı kaynaklardan araştırmış; ancak kafasında hiçbir şey netlik kazanmamıştı.

Spinoza’yı araştırmaktan vaz mı geçmeliyim düşünmeye başlamıştı; sonra Spinoza’yı yaşadığı dönemle sınırlayıp onu öyle değerlendireceğim dedi.

Öncelikle Spinoza’nın neden aforoz edildiğinin cevabını bulmalıyım ki yoluma devam edebileyim diye düşünüyordu.

Spinoza “Tevrat ve İncil’in tahrif edilmiş bir metin haline getirildiğini, Yahudilerin seçilmiş halk olmadığını, teslis inancının Hristiyanlar tarafından uydurulduğunu ve Hz İsa’nın tanrı olamayacağını; ancak Allah’tan vahiy alan bir peygamber olabileceğini, ayrıca Hz Âdem’den Hz. İsa’ya kadar bütün peygamberlerin rüya veya melek yoluyla vahiy aldığını” dile getiriyordu.

Aslında cümle oldukça açıktı. Spinoza dini tekeline alan kilise ve Yahudi cemaatini hedef almıştı. Yani bu cümlede dinin toptan inkârı değil, dini istismar eden insanlar hedef alınıyor gibiydi.

Zira bir cümlesinde Spinoza “Tanrısal dini yayma sevgisi, hırsa ve iğrenç bir açgözlülüğe dönüştü; hatta tapınak bile yozlaşarak bir tiyatro olup çıktı.” diyordu…

Doğrusu hedefi on ikiden vuruyor, taşı gediğine oturtuyor ve o dönemi çok güzel özetliyordu.

Peki, Spinoza’nın tanrısı nasıl bir tanrıydı. Onu da Spinoza’dan dinleyelim: “O zorunlu olarak vardır. Tektir. Sırf kendi tabiatının zorunluluğu ile vardır ve tesir eder (etki yapar). Her şeyin hür nedenidir ve şu ya da bu tarzda bu böyledir. Her şey Tanrıdadır ve ona bağlıdır, o derecede ki, onsuz hiçbir şey var olamaz ve tasarlanamaz…” bu cümle oldukça dikkatini çekmişti.

Ne demek oluyordu “…onsuz hiçbir şey var olamaz ve tasarlanamaz…” bu tanrısının her şeyi yarattığı ve tasarladığı anlamına gelmiyor mu diye düşündü.

Peki, nasıl olur da bu cümleyi kuran Spinoza tasarlayanı değil de, tasarlananı yani doğayı, tanrı olarak görmüş olabilir diye uzun uzun düşündü?

Bir an durdu ve kıymetli bir hocasının şu sözünü hatırladı “Yahudiler iktidarlarında kendi muhalefetlerini yine kendileri oluşturur.” Eğer hocasının söyledikleri doğruysa ve Spinoza’nın yaşadığı dönem Hristiyanlık ve Yahudiliğin sorgulanmaya başlandığı ve otoritelerin zayıfladığı bir dönem olduğu da göz önünde bulundurulursa olası diye düşündü.

Belki de şöyle düşünüyorlardı, insanlar başka inançlara yönelmeden kendi içimizden muhalif kişiler çıkaralım ki insanları yine kendi kontrollerinde tutabilsinler.

Bu muhalif kişi veya kişileri aforoz edip sabah akşam lanetleyelim, hatta göstermelik bir suikast düzenleyelim. Böylelikle insanlar bize karşı çıktığına inansın.

Muhalif kişilerde, insanların bizde görüp rahatsızlık duyduğu yönlerimizle bizi eleştirsin ki insanlarda kendilerine bir lider bulduklarına inansın.

Öğretilerinin girişi ilahi, ortası insani; ancak sonuç bölümünde insanları yine dizimizin dibine getirsin…

Zira yukarıda Spinoza’nın cümleleri okununca oldukça ilahi bir tarzda yazılmış, dinin kendisini değil, müntesiplerini eleştirmiş, ilahi görüşleri çok iyi ortaya koymuş; ancak haşa doğa tanrıdır diyerek, insanların Allah ile olan bağlarını koparıp tekrar efendilerinin dizinin dibine götürecek yolu açmıştı sanki.

Spinoza’nın Yahudi, tanrısının da doğanın kendisi olduğunu, yani insanları davranışlarında serbest bırakan, yaptığı iyiliği umursamadığı gibi ödüllendirmeyen, yaptığı kötülüğü görmezden geldiği gibi cezalandırmayan bir tanrısı olduğunu düşününce, bugün israilin neden hiçbir acıma hissi duymadan on binlerce kadın çocuk yaşlı demeden insan katlettiğini de daha iyi anlamaya başlamıştı.

Şimdi kendinize sorun, sizi bir bebeği öldürmekten alıkoyan nedir?

Size, İyiliği emredip kötülükten sakındıran, her eyleminizin mükâfat ve cezasını bildiren içinizdeki Allah inancı mı?

Yoksa Spinoza’nın kötülüğü serbest bırakan tanrısı mı?