Silah bırakma, dil, kimlik, çözüm ve barış…

Son ayların en çok konuşulan ve tartışılan kavramları ve konuları…

45 yılı bulan ve 50 bini aşkın insanın ölümüne, binlerce köyün boşaltılmasına, yüz binlerce insanın çeşitli açılardan mağduriyetine yol açan kirli bir çatışma, iki taraflı ideolojik bir dayatma elbette son bulmalıdır ve iki tercih arasında kalmış öteki halkların meşru ve insani beklentileri muhakkak karşılanmalıdır.

En kötü barış ve ateşkes bile her türlü savaş ve çatışma ortamından daha iyidir. Bu hakikat, gelinen noktada ‘haklı haksız’ tartışmasını gereksiz kılar. Barış, huzur, eşitlik ve kardeşlik tesisi yönünde her umut, adım, konuşma ve görüşme değerlidir ve kıymetlidir.

Değer ve kıymet biçme “Kimden geldi, nasıl geldi, niye geldi, neler getirecek, neler götürecek, bu işten kim kazançlı çıkacak?” sorularına takılmadan önemsenmelidir. Bu soruların cevapları ve nasıl uygulanacağı; ilgili adımları atan devlet ve örgüt tarafından elbette konuşulmalı, muhtemel menfi ve müspet neticeler hesaplanmalıdır. Gelinen noktada bu işin sonu yeni bir ‘ağa maraba’ hikayesine çıkarsa veya ‘Benim oğlum bina okur, döner yine bina okur.’ ile ‘Tilkinin dönüp dolaşacağı yer kürkçü dükkanıdır.’ acı gerçeği ile yüzleştirirse ‘Bu 45 yıllık acı, sancı, travma, trajedi, maddi ve manevi kayıpların hesabını kim verecek?’

Karayılan’ın 2024’te çözüm noktasında söylediği “Kemalist oluşumun başlangıcındaki çözüm tarzına dayanarak Kürt meselesi çözülebilir.” sözü süreç için yürüyen/yürütülen ayaklardan biri olacaksa bu bir çözüm değil, ancak bir kördüğüm olur. Büyük kazan Kemalizm, küçük kazan Apoizm’in doğmasına/meşru bir zemin kazanmasına yol açacaksa bu konuda geçmişi bilmemiz, hatırlamamız ve hatırlatmamız şart olur.

Sosyalizmin coğrafyamızda doğurduğu ve Sekülerizm’e evlatlık olarak verdiği PKK geçen 40 yıl boyunca Kemalizm’in devlet gücüyle yaptığını örgüt ideolojisi, gücü ve dinamikleriyle yapmıştır, yapmaya çalışmıştır.

Kemalizm’in kötü ve despot bir taklitçisi olan PKK; Kürt, Zaza, Arap, Sünni ve Alevisiyle bölge halkına tehdit, sindirme, ötekileştirme, yok sayma, inaçsızlık, kültürel ve ahlaki erozyondan başkasını vermemiştir. Celladına aşık ve ideolojik yaklaşım dışında herkes PKK’yi bu şekilde bilmiş ve bir şekilde bir acı ve mağduriyet ile bunu yaşamıştır.

Kendisinden başkasına hareket alanı bırakmayan ve yaşam hakkı tanımayan PKK, Dahhak’ça bir zihniyetle önce kendisi gibi ‘sol, devrim ve özgürlük’ jargonuyla hareket eden Aydınlık, Devrimci Halk Birliği, TKP, Halkın Kurtuluş Örgütü, Tekoşin, Özgürlük Yolu, Kawa, KUK, Ala Rızgari gibi yapı ve örgütlerle çatışmış, onları ya tasfiye etmiş veya kendi yedeğinde kalmaya mecbur etmiştir.

Devletle olan kirli çatışması Mısır’daki sağır sultanın malumu olan PKK, 1990’lı yılların başından gözünü bölgenin dindar halkına ve yapılarına dikmiş. Cami, Kur’an, örtü, sakal, düşmanlığıyla başlattığı savaşı cami ve medrese baskınlarıyla, inançlı insanları kaçırma veya katletmeyle sürdürmüş. 6-7 Ekim’de Kobani bahanesiyle şehirleri ve yaşam alanlarını tam bir savaş alanına çevirmiştir.

PKK’nin bu kirli geçmişi göz önüne alınmadan atılacak her adım, yanlış iliklenen ilk düğme gibi tüm sonuçlarıyla yeni ve onulmaz yanlışlar doğuracaktır.

1900’lü yıllardan günümüze kadar süregelen ‘inanç, dil, kimlik, eğitim, coğrafya ve ekonomik’ meseleler bir kütüphane dolduracak kadar mağduriyet, mahrumiyet ve ihlaller oluşturmuştur. Haliyle bu işin bir şekilde mağdur, mahrum ve ihlaline maruz kişi, yapı, camia veya örgütleri çözümün birer tarafı olmalıdır.

İlanihaye iş ‘eşit, aynı, hak, adalet’ gibi içermelere sahip bir kardeşlik bağlamında yürümeli ve yürütülmelidir.