Dünya hayatı ve insanlık serüveni hangi açıdan ele alınırsa alınsın karşımıza bir mücadele çıkarır. Bu mücadelenin tarafları değil iki tarafı vardır. Bu taraflar ‘hak batıl, tevhid şirk, iyi kötü, doğru yanlış, adil zalim, haklı haksız ve gaddar mağdur’ gibi isimlerle öne çıkar.
Hayat mücadelesinin mikro alandan makro alana iki tarafı varken üçüncü bir taraf veya tarafsızlık aranmaz veya aramak boşa kürek sallamaktır.
Taraf olmayan bertaraf olur, demişler.
Filistin coğrafyası başta olmak üzere ‘ümmet’ coğrafyası iki asra yakın bir süredir iki taraftan biri olan ‘batıl, kötü, yanlış, zalim ve gaddar’ tarafın her türlü zulmüne maruz kalmıştır, kalmaktadır. Bu zulüm, kendisini ‘işgal, sömürü, ihmal, imha, iğfal, baskı ve öldürme’ gibi çok yönlü ve vahşice göstermektedir. 7 Ekim Aksa Tufanı’ndan bu yana yaşananlar bunun en açık, canlı ve itiraz kaldırmaz şahitleridir.
Gazze özelinde başlayan ABD ve israil organizeli bir vahşet, katliam ve soykırım Filistin, Yemen, Lübnan ve Suriye üzerinden genelleştirilmektedir. Bu soykırıma dünyanın her tarafından vicdanlı ve merhametli kişi, grup, camia ve yöneticilerin bir karşı çıkışı var, yükselen tepkiler var ve destekler var. Bu destekler çoğunlukla kınama, yürüyüşler, basın açıklamaları, kısmi boykot ve maddi desteklemeler şeklindedir. Askeri, ekonomik ve siyasi destekler ise maalesef devede kulak bile değil…
Siyonist vahşetin bir soykırım olduğu su götürmez bir gerçek iken baskın bir çoğunluk ‘soykırımın seyircisi’ olmayı tercih etmektedir.
Bir kavga, film ve maç izler gibi yerine göre ‘vicdankasar’, yerine göre ‘anlık duygulanma’, yerine göre bir çeşit boşalım olan ‘slogan’, yerine göre ‘bana ne!’, yerine göre ‘üç maymunları’ oynayan bir tepkisizlik içinde bir seyirci olma hali…
Soykırımın seyircisi olmak veya yapılmak ‘batıl, zulüm ve kötülük’ tarafının en çok istediği ve böyle bir kitlenin oluşması için küçümsenmeyecek bütçeler hazırlandığı, algı ve dezenformasyon çalışmaları yaptığı bir alandır. Bu böyle kendiliğinden gelişen ve rızayla ortaya çıkan bir durum değildir. Oluşması istenen ve bunun için elden gelenin ardına konulmadığı emperyalist bir sisleme, sindirme ve pasifize etme çalışmasıdır.
‘Soykırımın seyircileri’ne şu mesajlar verilir, şeytani, derin ve karanlık odalarda:
Hissedilen psikolojik ve duygusal hasar soykırımın bir yan etkisi değil… Soykırımcıların kullandığı manipüle silahının etkili bir parçasıdır.
Soykırımın ekranlarda, sosyal medya mecralarında ve gazete sayfalarında canlı kanlı yayınlanışı, gösterimi ve takdimi karşısında şu hissettirilir:
“Zaten kimse bunlara karşı koyamıyor, bu vahşeti durdur(a)muyor, herkes bu vahşete seyirci kalmış. E, zaten ben de bir şey yap(a)mıyorum. En iyisi ben de bu vahşi görüntüleri izlemeyeyim ve kendimi kahretmeyeyim!”
Ey bu vahşi soykırım ve cüretkar katliamdan haberdar olan ve her katliam sonrası tepki ve eylemlerle harekete geçen sen! Bak, her gün çoluk çocuk, kadın yaşlı öldürüldüğü halde kılını kıpırdatan yok, zaten hükümetler desen onlarda tık yok! Onlar bizi durduramazken sen bizi hiç durduramazsın. O zaman ses çıkarıp da kendini harap etme, yorma!
Bu tutum, yalnızca moral bozan ve güç kıran bir mesaj değildir. Bu psikolojik savaşın bir parçasıdır. Bununla ‘dua, boykot, infak ve eyleme’ olan ihtiyaç ve inancımızı kaybetmemiz, örgütlenmeyi ve birlikte hareket etmeyi bırakmamız ve pasif birer seyirciye dönüşmemiz hedeflenmektedir… (Devam edecek)