Amerikan Başkanı Trump’ın Ortadoğu ziyareti ile ilgili tartışmalar daha epey sürecek gibi.

Körfez medyasında iktidarlardan fonlananlara baktığınız zaman büyük bir zafer tablosu görüyorsunuz. Büyük kısmı, Amerika’ya ödenecek olan “haracın” miktarından hiç söz etmezken “Suriye’ye yönelik yaptırımların kalkması” ve “İran’ın bir anlaşmaya zorlanması” üzerinden meseleyi izah etmeye çalışıyor.

Satır aralarında Trump’ın “öngörülemez siyasetinden” zarar görmemenin önemli bir başarı olduğunun altını çiziyorlar.

Oysa farklı bakış açıları daha geniş bir perspektif sunabilir.

Mesela…

Trump ve ekibi, Siyonist terör rejiminin siyasi hedefleri doğrultusunda İran ve Yemen’e yönelik hamlelerde bulunuyor.

Trump, İslam dünyasının, Siyonist işgal rejimini kınarken bir kere bile dile getiremediği “askeri seçenek de var” sözünü İran ve nükleer programı için birçok kez kullandı. Tabii öncelikle ticari baskılama ve saldırıları düşünüyor. Nükleer programını sonlandırmayı reddetmesi durumunda, İran'ın tek bir varil bile petrol satmasını engelleyeceğini, hatta bunun için güç kullanmak zorunda kalabileceğini söyledi.

Peki, gerçekten de yanına Avrupa’yı ve Körfez ülkelerini almadan İran’a yönelik askeri güç kullanmayı göze alır mı Amerika?

Bunun için Yemen’e ve Ensarullah ile yaşanan gelişmelere bakmakta fayda var.

Biraz geriye gidelim.

Yemen’in bir kısmını elinde tutan Ensarullah’ın Kızıldeniz’de Siyonist işgal rejimine malzeme taşıyan gemilere yönelik saldırlar yaparak Gazze savaşına müdahil olduğunu biliyoruz.

Yemen askerleri, bazen engelleme amaçlı saldırılar yaparken bazen de ısrarcı olan gemileri füzelerle hedef aldı. Kimi gemilere askeri operasyon yaparak el koydu.

Kısa süre içerisinde Kızıldeniz’i gemi geçişleri için güvensiz bir hale getirmeyi başardı ve Siyonist rejime ciddi biçimde zarar verdi.

Önce İngiltere olaya müdahil oldu ve Yemen’e saldırılar gerçekleştirdi. Ardından Amerika da bölgeye savaş gemileri gönderdi ve Yemen’e yönelik yüzlerce hava saldırısı gerçekleştirdi.

Ensarullah hem saldırılara karşılık verdi hem de gelişmiş füzelerle işgal altındaki topraklarda Siyonist hedefleri vurdu. Çok sayıda Amerikan ve İngiliz hedefi imha edildi.

Amerika beklendiği gibi saldırıların dozajını artırmadı ve “öngörülemez siyasetin” yeni bir örneğini sergileyerek “Amerikan hedeflerine saldırı yapılmaması” şartıyla Yemen ile ateşkese vardı.

Ensarullah, Amerikan hedeflerini vurmayı durdurdu; ama Siyonist rejime yönelik saldırılara devam etti. Hatta Siyonistlere yönelik “hava trafiği yasağı” uygulayacağını, limanları hedef alacağını dünyaya ilan etti.

Ortaya çıktı ki, ciddi bir direniş “öngörülemez siyasetin” sınırlarını belirleyebiliyor, geri adım atmasına neden olabiliyor.

Buradan yola çıkarak gerek Amerikan yönetiminin ticari ve askeri anlamda dünyayı abluka altına alma çabalarına, gerekse de Siyonist işgal rejiminin bölgesel ve küresel anlamda sebep olduğu istikrarsızlık karşısında direnç oluşturabilecek kurumların ve birlikteliklerin oluşturulması hayatı bir önemdedir. Yemen örneği ise askeri gücün o kadar da abartılmaması gerektiğini ortaya koymuştur.

Amerikan siyaseti, maddi çıkarlar ve muhataplarının korkuları üzerinden şekillenmekte ve güçlenmektedir. Bu yönüyle aslında öngörülemez değildir.

Maalesef öngörülemez siyaset canlı bir şekilde İslam dünyasının yöneticilerinde kendini gösteriyor.

Zulme karşı durma, kenetlenme, mazlumlarla her zaman ve şartta dayanışmanın görülmesi gerekirken, işgalci zalimlere karşı siyasi usul ve yöntemler arasında en caydırıcının hangisi olduğu konusunda müzakereler yapılması gerekirken, sınır tanımadan zillet koridorlarında aşağı yönlü yürüyüşler devam etmektedir.

İstiğfar etme, toparlanma ve kendimiz olmak için geç değildir.

“…Halbuki izzet, Allah’ın, Resulünün ve müminlerindir, lakin münafıklar bunu bilmezler.” (Münafikun/8)