Bismihi Teâlâ.

24 Kasım…
Bir tarih,

bir gelenek,

bir ritüel.
Ama çoğumuz o tarihin nedenini bilmeyiz.
Öğrenciler bilmez.
Aileler bilmez.
Hatta öğretmenler bile,

belki unutturulmuştur.

Her yıl aynı sahne.
Törenler,

çiçekler,

süslü sözler…
Ve yüzeyde bir minnettarlık.
Ama derinde bir sessizlik.

Pratikte bile belirsizlik.

Lakin lafla peynir gemisi yürümüyor.

Oysa öğretmenin asıl istediği şey hediye değildir.
Bir kalem, bir çiçek değil.
Asıl istenen saygıdır.
Mesleğe, emeğe, fikre duyulan saygıdır.
Sistemin kendisini hatırlaması,
toplumun, öğretmeni bir sembolden fazlası olarak görmesidir.

24 Kasım’ın öyküsünü geçmek olmaz.

1 Kasım 1928’de Latin harfleri kabul edildi.

Diğer deyişle Arap alfabesi kaldırıldı.
Aynı yılın 24 Kasım’ında,

Atatürk “Başöğretmen” unvanını aldı.
Yıllar sonra, 1981’de (Atatürk’ün doğumunun 100. Yılında)
bu tarih, “Öğretmenler Günü” olarak ilan edildi.

Ama o ilan, yalnızca bir takvim kararı mıydı?
Yoksa eğitimin yönünü belirleyen bir politik jest mi?
Bir kutlama mıydı, yoksa bir kontrol biçimi mi?

Orasını bilmem.

Bugün, 24 Kasım hâlâ kutlanıyor.
Ama sistem, öğretmeni alkışlarken,
onun sesini kısmayı da ihmal etmiyor.

Kutluyoruz, evet.
Ama kimi?
Ve neden?

Bir ülkenin geleceği sınıfta doğar.
Ama sınıf,

çoktandır siyasetin en sessiz sahnesine dönüştü.

Kalın sağlıcakla.