“Geçen gün yaşlı bir komşumla karşılaştım. Elinde pazar filesi, nefes nefese apartman girişinde duruyordu. Yardım etmek için yanına koştum. Biraz sohbet ederken şöyle dedi:”

“Evladım, bizim zamanımızda herkes birbirinin çocuğunu tanır, herkes birbirine selam verirdi. Şimdi herkes telefonuna gömülmüş, selam veren yok, hâl hatır soran yok…”

Bu cümle gün boyunca kulağımda çınladı. Gerçekten de modernleşirken biz neyi kaybettik?

Günümüz insanı, modernizmin sunduğu sayısız imkân ve konfor içinde yaşamayı bir ayrıcalık sayıyor. Hızlı ulaşım, dijital iletişim, gelişmiş sağlık hizmetleri, sonsuz tüketim seçenekleri… Ne var ki, bu ışıltılı dünyanın ardında görünmeyen bir fatura var: İnsanlığımızdan, köklerimizden ve ruhumuzdan kaybettiklerimiz.

Meğer Modernizm bizden ne çok değerli hazine çalmış da biz bunun farkında dahi değiliz.

Modernizm; geleneksel yapıları, kadim değerleri, aile bağlarını, toplumsal dayanışmayı çözerek bireyi merkeze alan bir anlayışla geldi. Birey özgürleşirken, toplum zayıfladı.

Herkes kendi dünyasına çekildi, komşuluk ilişkileri unutuldu, büyük aileler çekirdek hâline geldi, hatta kimi zaman tek kişilik “çekirdekler”e dönüştü.

Mahalle kültürü, dededen toruna aktarılan hikâyeler, ortak sofralar, bayramda el öpmeler birer nostaljiye dönüştü artık.

Modernizmin en büyük aldatmacalarından biri de mutluluk vaatleridir.

Daha çok tükettikçe, daha çok şeye sahip oldukça mutlu olacağımız söylendi.

Oysa istatistikler, modern toplumlarda yalnızlık, depresyon, kaygı bozuklukları ve intihar oranlarının tarihî rekorlar kırdığını gösteriyor.

Keza, zaten bu projenin asıl amacı da bu değil miydi?

Böl, parçala yut, taktiğini uygulayarak, insanları yalnızlaştırıp şeytana yem haline getirmek.

İnsanlar bir zamanlar aidiyet duygusu bulduğu topluluktan koparıldığında, tek başına bir boşlukta savrulmaya mahkûm kalıyor.

Bir başka mesele, ahlaki değerlerin aşınması.

Modernizm, her şeyi sorgulamakla övünürken, kimi zaman değer yargılarımızı da sorgusuz yere çürüttü. Saygı, tevazu, fedakârlık, sabır gibi önemli değerlerimiz “modası geçmiş” kabul edilir oldu. Halbuki bunlar, toplumların ruhunu diri tutan, bireyleri birbirine bağlayan görünmez bağlardı.

Elbette Modernizm’in tüm getirilerini toptan reddetmek mümkün değil. Bilimsel gelişmeler, hukuki reformlar, eğitim imkânları tartışmasız büyük kazanımlardır. Ancak mesele şu ki: Bu hızlı değişim rüzgârında neyi elimizde tutacağımıza, neyi koruyacağımıza karar vermezsek, bir gün elimizde ne geçmiş ne de bir kimlik kalabilir.

Evet, değerli kardeşlerim! Belki de bugün yapmamız gereken en önemli şey, şöyle bir geçmişe kısa bir yolculuk yaparak modernleşirken neyi kaybettik, sorusunu kendimize sormamız lazım.

Sahip olduklarımız gerçekten bize mutluluk mu getiriyor? Ve en önemlisi: Hangi değerlerimizi yarına taşımak istiyoruz?

Modernizmin gölgesinde kalmamak için kendi ışığımızı yakmanın zamanı çoktan gelmedi mi?

Unutmayalım, bazen bir selam, bir gülümseme, bir hatır sorma; bütün bir toplumu ayağa kaldıracak güce sahiptir.

Öyleyse modernleşirken kendi köklerimizden kopmamamız gerekir.

Zira köklerinden kopanlar kurumaya mahkumdurlar.

Tıpkı kökünden kopan ağacın gibi, kökünden kopanlar haşin bir rüzgarla savrulup giderler bilinmezlere doğru...

Bizi bizden, bizi medeniyetimizden koparan modernizm canavarına yem olmamak için, her daim Kur’an ve Sünnet ipine sıkıca tutunmamız gerekir.

Aksi takdirde bizim de bu canavara yem olmamız kaçınılmaz bir son olabilir.

Öyleyse muasır medeniyetimizi, Batı’nın bize dayattığı modernizm çarkında öğütmeyelim, bizi değerli ve saygın kılan hazine hükmünde olan kültürel değerlerimize azı dişlerimizle sarılıp, onları muhafaza edelim ki, gelecek nesilleri bu değerlerle ihya ve inşaa edebilelim.

Selam ve dua ile...