Zaman tüm hızıyla akıp gidiyor. Biz de onunla birlikte nefes nefese bir yarışın içindeyiz. Düşünmeden tüketiyor, hissetmeden yaşıyoruz. Her şey hızlı, her şey yüzeysel... Hız ve haz çağında insanın ruhu yavaş yavaş tükeniyor.

Telefonlarımız dolu, gönlümüz boş.
Evlerimiz parlak ekranlarla aydınlanıyor ama kalplerimiz karanlıkta kalıyor.

Modern çağın en sinsi hastalığı bu: Hız zehirlenmesi düşünmeyi, haz zehirlenmesi ise hissedebilmeyi elimizden alıyor. Artık kimse beklemek istemiyor. Sabır, emek, derinlik… Hepsi eskilerin kelimesi gibi geliyor. Oysa insanı insan yapan tam da bunlardı.

Bugün çocuklarımız bile bu girdabın içinde büyüyor. Düğmeye basınca her şeyin olacağını sanıyorlar. Beklemeyi değil, tıklamayı öğreniyorlar. Gerçek mutluluğun, ekranın arkasında olmadığını fark etmiyorlar.

Kur’an, “itidal” yani dengeyi öğütler. Ne ifrata, ne tefrite... Ne aşırı hıza ne uyuşukluğa… Hayatın özü bu dengededir. Biz o dengeyi kaybettikçe, ruhumuz da huzurunu kaybediyor.

Peki ne yapmalı?
Cevap basit ama etkili: Yavaşlamalıyız.

Yavaş yemek yemeli, yavaş konuşmalı, yavaş düşünmeliyiz. Çocuklarımızla ekransız vakit geçirmeli, evlerimize sükûneti yeniden davet etmeliyiz. Hızın büyüsünden, hazın tuzağından kurtulmanın tek yolu bu.

Unutmayalım:
Hız geçici, haz aldatıcıdır.
Ama huzur kalıcıdır.
Gerçek mutluluk, sahip olduklarımızda değil; sahip olduklarımızın kıymetini bilmekte gizlidir. Allah’a emanet olunuz.