Gazze için varılan ateşkesin şartlarından biri de içinde HAMAS’ın olmadığı bir teknokrat hükümetinin kurulmasıydı.
HAMAS buna razı olduğunu defalarca söylemesine rağmen Siyonist işgal rejimi ve destekçileri kendi kamuoylarına bunu “HAMAS’ın bitmesi” olarak yansıttılar.
Silah bırakma konusunda da benzer bir durum söz konusuydu.
HAMAS, “ağır silahlarını” yeni oluşturulacak Filistin hükümetine teslim edeceğini, savunma silahlarını bırakmasının ise söz konusu olmadığını ifade etti. İşin aslı işgal topraklarındaki sivil kılıklı işgalci teröristlerin elindeki silahlar bile yok HAMAS’ın elinde.
Ama hem Siyonistler hem de emperyalist işbirlikçisi rejimler şu gerçeği unutuyorlar.
Gazze artık tümüyle HAMAS’tır.
Hatta adil bir gözlemci artık Filistin’in HAMAS haline geldiğini fark edecektir.
Körfez rejimlerinin finansal açıdan verdiği desteğe, Siyonist işgal rejiminin silah ve ekipman desteğine rağmen Mahmut Abbas ve avenesinin Filistin’de ne şimdi ne de gelecekte bir karşılığının kalmadığını artık herkes anlamak zorundadır.
HAMAS işgale karşı bir direniş hareketidir ve küresel emperyalizmin bütün aktörleri ile aynı anda savaşmıştır.
Siyonist teröristlerden aldığı esirlerin karşılığında siyasi duruşlarına bakmaksızın Filistinli esirlerin tümünün takas edilmesini istemiştir.
Eğer garantör ülkelerin kararlılığı olsaydı takas müzakerelerinde Fetih liderlerinden Mervan Bergusi ve sol hareket liderlerinden Ahmet Saadat’ın ismi üzerinde ısrar edecekti; ama maalesef bu mümkün olmadı. Her iki isim de, onların bağlıları da bu konuda HAMAS’ın samimiyetine dair en küçük bir kuşkuya sahip değiller.
Dünyada Siyonist soykırıma tepki gösterenler de bunun farkında.
İlk zamanlarda “Ama HAMAS’ın 7 Ekim’deki saldırısında ölen siviller vardı” şeklindeki sözlerin altının ne kadar boş olduğu, sivillerin Siyonist işgal güçleri tarafından katledildiğine dair deliller ortaya çıktığında daha iyi anlaşıldı.
Kimileri dünya solunun Siyonist soykırıma gösterdiği tepkinin Filistin soluna destek amacı taşıdığını iddia etti; ama bunun gerçek hiçbir tarafı yoktu.
Önemli bir örnek verelim:
İrlanda Cumhurbaşkanlığını büyük bir çoğunluk oyuyla kazanan Catherine Connolly, bir solcuydu ve şunları söylüyordu:
"Tarih 7 Ekim'de başlamadı. israil rejiminin işlediği sayısız vahşetin geçmişine dikkat çekmek önemli. Batılı ülkelerin HAMAS hakkında hiçbir söz hakkı olmamalı. HAMAS, Filistin halkının dokusunun bir parçasıdır. israil bir terörist devlet gibi hareket ediyor."
Vicdan sahibi her insanın göreceği şey budur.
Öte yandan Türkiye’de son 2-3 ay hariç sokağa çıkmayan, Siyonist soykırıma tepki göstermeyen; ama dünyadaki hareketlerden etkilenerek protestolara katılan vicdan yoksunu sol kesimleri de unutmamak gerekir. Kendilerine uzatılan mikrofona “Filistin’e destek veriyorum; ama HAMAS’a değil” diyen bu zavallıların vicdan ve insani değerlere sahip olmadığını, İslami olan her şeye düşmanlıklarının onları soykırım suçuna karşı bile tepkisizliğe ittiğini söylemeye gerek yok!
HAMAS’ın müzakere heyeti başkanı Halil el Hayye’nin şu sözleri çok önemli:
"7 Ekim, 77 yıllık işgal politikasının doğal sonucudur. Bu nedenle, halkımızın, şehitlerimizin ve tutuklularımızın çektiği tüm acılara rağmen Filistin meselesini yeni bir aşamaya taşıdı ve işgalin gerçek yüzünü ortaya çıkardı."
Evet, 7 Ekim, Filistin meselesini yeni bir aşamaya taşıdı ve HAMAS’ı Filistin haline getirdi.
Evet, 7 Ekim, işgali ve işgalcinin gerçek yüzünü ortaya çıkardı; ama sadece işgalcinin değil.
Türk, Kürt ve Arap ırkçılarının da Kemalistlerin de iğrenç yüzünü açığa çıkardı.
Bunlar soykırımın lanetlendiği her platforma girip “Ya Kürtlerin hakları”, “Doğu Türkistan ne olacak?”, “Filistinliler toprak sattı” diyerek yüzyılın vahşetini normalleştirmeye, soykırımcıyı haklı göstermeye çalıştılar.
İslami direnişe hakaret etmeye çalıştılar; ama sürekli rezil oldular.