Türkiye siyaseti aktörlerinin en önemli eksikliklerinden biri içinde bulundukları duruma bakmadan başkalarını değerlendirmeye tabi tutmalarıdır.
Kimse kendine bakmayı düşünmez sanki.Belki de politikanın gereğidir bu ve biz o kadarını anlamakta zorlanıyoruz.
Eleştiriler, hakarete, karalamaya ve açık arama savaşına dönüşür. Hatta bazen rakibe duyulan kin gözleri öyle kör eder ki, yalan yanlış şeyleri bile belge diye sunma garabetinde bulunurlar.
Siyasi partiler, basın ve iş çevrelerinin büyük kısmını bu konuda değerlendirebiliriz. Herkes kendisi dışındakilerin yanlışları üzerinden kendi konumunu tanımlamaya çalışır.
İktidar, muhalefet partisinin 60 yıl önceki uygulamalarından söz ederek ne kadar baskıcı olduklarını anlatır. Ekmeğin karne ile verildiğinden, temel ihtiyaç maddelerinin bile bulunamadığından dem vurur; ama dokuz yıllık iktidarları döneminde başörtüsü yasağının bile kaldırılmadığını göz ardı eder.
Muhalefet, içine düştüğü yolsuzluğu görmeden iktidara yolsuzluk üzerinden yüklenir. Halkçı olduğunu söyleyen Kılıçdaroğlu`nun mesela 700 liralık gömlek giydiği çıkar ortaya. Milliyetçi olduklarını söyleyenlerin ahlaki açıdan iğrenç durumları çıkar ortaya.
Basının bir kanadı Erzincan`da bir cemaate karşı hazırlanan eylem planına tepki gösterirken 'millete karşı komplo belgesi' tabirini kullanır; ama mesela basının aynı kanadı başka bir cemaate karşı emniyetin yaptığı hukuksuzluğu hiç görmez. Derneklerin kapısı kırılarak içeri girilir ve suç teşkil edecek CD`ler bırakılır; ama kimse tepki göstermez.
Halkına zulmeden Suriye hükümetine tepki gösteren TC hükümeti, yine halkına zulmeden Bahreyn`i görmez, Yemen`i fazla önemsemez ve bu pek de dikkat çekmez.
Hükümet bir taraftan israil`e tepki gösterirken, öte taraftan israil`in güvenliği için olduğunu herkesin bildiği füze kalkanına onay verir.
Basın koro halinde hükümete destek verince dostluk ve düşmanlıklar bile yeniden düzenlenebiliyor. Açıklamalar tevil ediliyor, şartlar zorlanıyor, daha olmazsa reel politik kavramı devreye giriyor.
Pkk ile müzakereler sürerken palazlanmasına ses çıkarılmayan örgütün şehir yapılanması bir anda 'devlet içinde devlet' suçlamasıyla operasyona maruz kalıyor.
Pkk`nin 'teröristliği', 'bebek katilliği', 'vahşiliği' arşivler taranarak yeniden gündeme oturtuluyor. Pkk`nin dinsizliği yeniden hatırlanıyor.
Bakın bir gazetede önemli bir yazar aynen şunları yazdı: 'Ulusalcı Kürt çizgisi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu`daki 24 vilayette, 'özerk' bir yapı kurarak, bu bölgeyi Türkiye`nin idari sisteminden ayırarak istedikleri gibi yönetme peşindedir. Dağdaki kadroların güvenlik gücü haline getirileceği, farklı bir hukuk ve yargılama sisteminin olacağı, İslam`ın hayat dışına itileceği baskıcı, otoriter faşist bir rejim arzuluyorlar. Kürtçe eğitim talebi sadece bir bahane.'
Bilmeyen diyecek ki bu toplumda İslam hayat dışına itilmemiş, islami eğitim yasak değil. Yüzlerce televizyondan günaha ve kötülüğe davetiye çıkaran sistem İslami hassasiyetli bir kanala her türlü zorluğu çıkarmıyormuş gibi…
İslam`ın hakim olduğu bir ortamda yaşıyormuşuz da Pkk bunu ortadan kaldıracakmış gibi.
Ulusalcı kürt çizgisine eleştiri getirirken hangi ulusalcı çizgide durduğunu unutuyor beyefendi! Baksanıza 'Kürtçe eğitim talebi sadece bir bahane' diyor.
Hadi öyleyse ulusalcı bir çizgide durma ve o bahaneyi al ulusalcı Kürtlerin elinden!
Bu bir insani haktır ve kimse buna engel olamaz, diyerek yükselt sesini.
Kürtçe eğitim gibi insani bir talebe engel olma gerekçesini Pkk ile ilişkilendirme! Dürüst ol ve bir ulusalcı olarak böyle bir şeyi hazmedemediğini itiraf et!
Hani eskilerin bir sözü var ya, ne de güzel uyuyor bu duruma. 'Elin gözündeki çöpü görür de kendi gözündeki merteği görmez.'
Herkes kendine baksın ve ona göre konuşsun.