Kürtçede meşhur bir deyim vardır: “Düjminâ lı talanêmın xwıst mın jı wan ra tü xeber nehışt.” (Düşman, malımı mülkümü alıp götürdü, onlara etmediğim küfür kalmadı.)
Şu anki Gazze soykırımı karşısında ümmet ve insanlık olarak takındığımız tavır, adeta bu sözü tefsir etmektedir. Siyonist işgal rejimi, Gazze'de iki yıldır devam ettirdiği soykırımı durdurma niyetinde değil. Aksine, her geçen gün bu vahşeti daha ileri bir boyuta taşımaktadır. Gazze'deki esirlerin kurtarılması ya da Hamas'ın bitirilmesi bir yana, Gazze'nin tamamen işgal edilme ve Filistinlilerin sürgün edilme planı yürürlüğe konulmuştur.
Her gün aralarında çocuk ve kadınların da bulunduğu onlarca Filistinli şehit ediliyor. Yıllardır uygulanan ambargo çok daha ileri bir boyuta taşınarak gıda ve diğer insani ihtiyaçların girişine izin verilmemektedir. Açlık, halk üzerinde bir silah olarak kullanılmakta; bombalardan ve füzelerden daha yıkıcı olmaktadır.
Tonluk füzeler ve bombalara göğsünü açarak direnen, tek başına kalsa dahi ölüme meydan okuyan, en yakınlarının paramparça cesetleri karşısında dağ gibi duran koca yürekli insanlar, şimdi açlıktan hıçkıra hıçkıra ağlamaktadır. Bir ekmek ya da bir avuç una ancak ölümü göze alarak, bedel ödenerek sahip olunabiliyor.
ABD başta olmak üzere Batı dünyası, bu soykırım ve işgalin devam etmesi için birleşmiş durumdadır. Maalesef, bazı İslam ülkelerinin yönetimleri de ihanet içerisinde bu çarka açık ve dolaylı yollardan su taşımaktadır.
Kardeş olmamız ve inancımız gereği, işgal edilen Filistin toprakları bizim topraklarımızdır, katledilenler ise bizim kardeşlerimizdir. Gazze ile İstanbul, Ankara, Diyarbakır arasında hiçbir fark yoktur. İşgal rejimi, yalnızca Filistin toprakları ile yetinmeyeceğini gizli saklı değil, açıkça ifade etmektedir. Türkiye Cumhurbaşkanı ve diğer yöneticiler de Filistin’den sonra sıranın Türkiye'ye geleceğini açıkça belirtmektedir.
Bütün bunlara rağmen, atılması gereken adımlar atılmamaktadır. Normal şartlarda olması gereken, Müslümanların hatta vicdan sahibi bütün insanların topyekûn bu işgal rejimine karşı mücadele etmesidir.
Mücadele, çok yönlüdür: Dille lanetlemek ve elle bu zulmü, soykırımı durdurmak. Hatta elle yapılan mücadele, dille yapılan mücadelenin çok çok önüne geçmelidir. Çünkü her saniye, her dakika kadınlar ve çocuklar katledilmektedir. Tarihi ve günümüzdeki tecrübeler göstermektedir ki, Siyonistler sözden değil, güçten anlamaktadır.
Bu soykırım ve talan karşısında sadece dille mücadele yetersizdir. Yetersiz olmanın ötesinde bir zayıflık, acziyet, ciddiyetsizlik hatta ihanet boyutuna varmaktadır. İşgalci israil'e terörist, soykırımcı ve zalim demek yeterli değildir. Eğer bir yapı terörist olarak kabul ediliyorsa, ona terörist gibi muamele etmek gerekir. Aksi takdirde, bu büyük bir çelişki olur. Hiçbir ülke, terörist olarak gördüğü bir yapıya gıda, akaryakıt, silah satmaz, bunların kendi toprakları ve limanları üzerinden sevkiyatına izin vermez, diplomatik ve siyasi ilişkilerini devam ettirmez.
Müslümanlara ve İslam ülkelerinin yöneticilerine düşen, hakaret ve küfrün bir üstüne geçmektir. Bu zulmü durduracak ne gerekiyorsa o adımları atmalıdırlar. Eğer bu adımlar atılmazsa, yarın sıranın kendilerine geleceğini bilmelidirler. Sıra kendilerine geldiğinde ise onlara yardım edecek, belki sözle dahi olsa bunu lanetleyecek kimse kalmayacaktır.