Son günlerde Kemalizm furyası yeniden hortladı. Geçirdiğimiz 10 Kasım etkinliklerinde bu hortlamanın tehlike boyutu çok daha görünür oldu. Toplumu zehirleyen Kemalizm iklimiyle karşı karşıyayız. Kemalizm’in yeniden toplumsal hayatta büyük bir görünürlük kazandığı bir süreci yaşıyoruz. Bu hal, bir dizi siyasi ve sosyal nedeni de bize gösteriyor. Bunun arkasındaki siyasi ve sosyal nedenleri doğru tespit etmek zorundayız.
Birincisi; Kemalist anlayışı besleyen hususlardan bir tanesi, “milliyetçi-devletçi” söylemdir. Devletçi bir söylemin bu kadar palazlandırıldığı bir ortamda Kemalist anlayışın geride kalmasını beklemek saflık olur. Çünkü bu iki söylem birbirini besleyen cüzler konumundadır. Milliyetçi ve devletçi söylemin yükseldiği bir zeminde Kemalistlerin bundan istifade etmemesi düşünülemez.
İkincisi; Kemalizm’e karşı “reddiyeci” tavır zayıflıyor. Hiç beklenilmeyen kesimlerce “maslahat” adı altında bu cepheyi zayıflatmışlar. Buna bağlı olarak söz konusu kesimde Kemalizm’in kodlarını içselleştirme ve benimseme haline şahitlik ediyoruz. Dün var olan reddiyeci tutum, bugün maslahat adı altında Kemalizm’i sahiplenmeye evrilmiştir.
Üçüncüsü; İslami kimlik taşıyan iktidarın resmi ideolojiyle uyum mesajları tabana dalgalar halinde yayılıyor. Düne kadar kendi tabanına karşı kerhen icra edilen bir takım Kemalist törenlerin ve kutlamaların artık yutkunma sorunu çekilmeksizin afiyetle yutulduğu görülüyor. Rejime ve Mustafa Kemal’e bakıştaki farklılaşma ve iktidarın değişen dili sadece siyasi kadroları değil tabanı da etkiliyor.
Dördüncüsü; tavanın tabana verdiği etkiyle bunca yıl aradan sonra çocukların elinden tutarak Atatürk posterleriyle tören yerine giden başörtülü annelerin görüntüsünü analiz etmemiz gerekir. Aynı şekilde özel işletmelerinde bayrak ve Atatürk posteri asan sakallı abilerin görüntüsü bize bu sürecin nasıl yaşandığını sordurmalıdır. Yine 10 Kasım’da üzüntü ve 29 Ekim’de sevinç mesajları yayınlayan İslami kimliği olan akademisyenlerin, siyasilerin, gazetecilerin hali bize bu sürecin nasıl yaşandığı sorusunu mutlaka sordurmalıdır.
Beşincisi, dindar ve muhafazakâr bir kesimin iyimser bir yaklaşımla, Kemalizm tutumunu konjonktürel bir tavır olduğu ve gelip geçici bir tutum olarak değerlendiriyor. Paniğe kapılmayı gerektirecek bir durumun olmadığını, yaşananların tamamıyla politik kaygılardan kaynakladığını iddia ediyor. Bu anlayış ise Kemalizm’e karşı mukavemeti zayıflatıyor ve tabanda bir meşruluk kazandırıyor.
Sonuç olarak; hortlayan ve yeniden toplumda görünür olan Kemalizm tehlikesinin ciddiyetini ve derinliğini kavramak zorundayız. Müslümanlar olarak bu meseleyi akidevi bir boyut taşıdığı bilinciyle asla geçiştirilecek bir mesele olarak göremeyiz. Kemalizm tehlikesinin basite alınmayacak ölçüde büyük bir sapma içerdiğini görmezden gelemeyiz. Lakin konjektürel hesaplarla belirlenen politik tutumların zaman içinde telafisi imkânsız kalıcı hasarlar doğurduğu aşikârdır. Bu tutumun toplumda bünyesel değişim ve sapmalara yol açtığı bir hakikattir.