Son iki haftadır, tebliğde değişik yol ve yöntemlerine değindiğimiz Seyda’nın, Tırbamamo/Akıncılar köyünde, 1976-1979 yılları arasında görev yaptığını tekrar hatırlatmak gerekiyor.
Çünkü o yıllarda bölgede sol rüzgârlar esiyordu. 1923’te kurulan Cumhuriyet rejimi, 1925 kıyamından sonra Kürtleri, özellikle de dindar Kürtleri bir zulüm cenderesinden geçirmişti
Mazlum, mahrum ve mağdur olan Kürtler, kendilerine sahip çıkacak kişilerin aidiyetine, dinine, inancına bakamayacak duruma gelmişlerdi. Bu nedenle az buçuk Kürt kültür veya haklarından bahseden kişi veya kurumlara sempati duyuyorlardı.
Seyda da yapılan zulümlere karşı idi. Ancak Kürt insanının seküler bir yaşam evresine geçirilmek üzere olduğunu, deruni feraseti ile görüyordu. Onun için bahsettiğimiz yıllarda, Kürtlerin gözüne kurtarıcı rolüyle giren Komünizm’de; Allah inancının olmadığını, ailenin kaldırılması gereken bir toplumsal yapı olduğunu söylüyordu.
Yani diyordu ki; “Ey Kürt kardeşim! Mazlum olduğunu biliyorum. Tüm haklarından mahrum bırakıldığını da biliyorum. Ancak bugün seni kurtarmaya aday olarak gördüğün parti, örgüt veya dernekler inancını, aileni ve kadim kültürünü yok edecekler. Bu durumu bilerek hareket et.”
Bu arada 1978’de PKK kurulmuş ve diğer Kürdi örgütlerle savaş denilebilecek çatışmalara girmişti. Son iki yazımızda bahsettiğimiz öğretmen, Kürdistan Ulusal Kurtuluşçuları’nın (KUK) Nusaybin sorumlusuydu ve PKK ile girilen çatışmalarda öldürüldü.
Ancak bu yazıda Seyda ile başka bir öğretmenden bahsedeceğiz. Bu vesile ile başlığımızda bahsettiğimiz öğretmen ile önceki yazılarda bahsettiğimiz öğretmenin aynı kişi olmadığını belirlemiş olacağız.
Seyda, Derik Müftülüğüne bağlı resmi imam olduğundan, bu İlçeye maaşını almaya giderdi. Bu amaçla bir gün Buğur köyüne gitti. Oradan minibüse binip Derik’e gidecekti.
Ön tarafta, şoförün sağına oturan Seyda’nın yanına, Buğur köyünden bir öğretmen oturdu. Minibüs hareket ettikten sonra; “Seyda, bize Komünizme göre aile mefhumundan bahsetmeni istiyoruz.” dedi.
Minibüs tıka basa yolcular ile doluydu ve herkes pür dikkat Seyda’ya yöneldi. Tabi öğretmen solcu idi ve amacı Seyda’ya herkesin ortasında bazı şeyler söyletmekti. Sonra gidip, PKK’ya onu şikâyet edecekti.
Seyda bu durumun farkındaydı. Ama konuşmasa veya bir açıklamada bulunmasaydı, bugüne kadar söylediklerini, yani davasını inkâr etmiş olacaktı. Onun için “Nereden ince ise oradan kopsun” misali her şeyi uluorta söylemeye karar verdi. Yani Komünizm’de ailenin kaldırılması gereken bir kurum olduğunu söyledi.
Minibüstekiler hayretlerini gizleyemiyorlardı. Öğretmen, Derik’te iner inmez Seyda’yı öldürtmek için şikâyete gitti. Seyda ise maaşını alıp aynı minibüs ile köyüne dönecekti.
Seyda, simsarlığa gelip aynı minibüsün şoförünü çağırdığı halde, adam kahvehanede oturmuş istifini hiç bozmuyordu. Anlaşılan Seyda’yı minibüse bindirmemek üzere, şoförü ikaz etmişlerdi.
Sonra bir genç gelip, Seyda’ya; “Falan dükkâna git, arkadaşlar seni orada bekliyor.” dedi. Seyda belindeki tabancayı kontrol ede ede tarif edilen dükkâna gitti. PKK militanları dükkânda oturmuş, halk mahkemesi kurmuşlardı. Seyda için hayat memat dakikaları biraz sonra başlayacaktı.
Seyda, yolun sonuna gelmiş gibi kendi kendine; “Varsın bu işin sonu şehadet olsun. Yeter ki doğru yerde ve doğru zamanda, hakikatler gür bir seda ile söylensin.” diye düşünüyordu.