Körler Diyarı
Yaşadığımız şu dünyada inanılması çok zor ve ilginç kimi olayların vuku bulduğu muhakkaktır. Olup bitmiş her olayı tarihin kayda geçiremediği hakikatini unutmamak gerekir. Kim bilir kayda geçmemiş veya geçirilmemiş nice olaylar yaşanmıştır şu âlemde. Bugün bu türden ilginç bir olayı sizinle paylaşmak istedim. Olayın yaşanmış bir gerçek olma ihtimali daha fazla görünüyor. Söz konusu bu olayı ilk defa 1904’de İngiltere’de Strand dergisinde, Herbert George Wiliz adında bir yazar kaleme almış.
Yazar, Endiz dağlarında uzun asırlardan beri dış dünya ile ilişkisi olmayan bir köy ve burada yaşayan ahali arasında yayılmış bir vebadan söz eder. Beldede yayılan göz vebası orada yaşayan herkesi kör bırakır. Köyde gören tek bir insan kalmamıştır. Bu veba olayını takip eden uzun yıllar zarfında vebadan gözleri körleşen insanların nesilleri de hep kör olarak doğarlar. Öyle ki zamanla körlüğün artık tabii bir hal olduğu zihinlere yerleşir. Bunun bir hastalık olduğu ve tedavi edilebileceğini bilmemektedirler. Zira dış dünya ile hiçbir ilişkileri olmamıştır. Sanki bu koca dünyada bir tek kendileri yaşıyormuşlar veya dünya sadece kendilerinin yaşadığı ortamdan ibaretmiş gibi bir düşünceleri vardır. Ta ki ilâhi kader onlara bir dağcıyı gönderene kadar.
Nevis adında zirvelere tırmanma heveslisi şahıs bir gün yolunu şaşırır ve tesadüfen körlerin yaşadığı bu köye rastlar. Nevis ilk anlarda bir şeyler fark eder ama bütün bir köyde yaşayanların kör olduklarını anlamak biraz zaman alır. Gördüğü ilk garip şey, evlerde pencerelerin olmadığını fark etmesi olur. Boyalı bazı satıhların ise çok renklerden oluşan karma karışık bir şekilde boyandığını görmesi de dikkatini çeker. Yanından geçen kimselerin kendisine hiç bakmadıklarını ve bir şey sormadıklarını görünce iyiden iyiye kuşkulanır. Köyün bir köşesinde oturup sohbet eden birkaç kişi görür ve yanlarına yanaşır. Dikkatle bakınca hepsinin kör olduklarını fark eder. Nevis selam verir ve kendisini tanıtır. Yolunun buraya nereden ve nasıl düştüğünü anlatır. Kendilerinin görme hastası olduklarını ve tedavi edilirlerse gözlerinin iyileşebileceğini söyler. Köydekiler görmenin ne olduğunu anlayamazlar ve kendileriyle konuşan bu adamla alay etmeye başlarlar. Doğrusu kendilerinin hasta olduğunu söyleyen bu adama kızarlar da. Nevis körlük ve görmenin ne olduğunu biraz anlatmaya çalışınca körler diyarının sakinleri iyiden iyiye kuşkulanır ve sert tepkiler göstermeye başlarlar. Kimisi bu adamın aklını kaçıran hasta biri olduğunu söyler. Diğer bazısı da bunu yakalayıp gözlerini çıkarmayı önerir. İşin ciddi olduğunu anlayan Nevis çareyi kaçıp orayı terk etmede bulur. Arkasını dönüp kaçarken kendi kendine şöyle der: “Aman Allah’ım, bunlar nasıl oldu da görmeyi bir hastalık ve delilik belirtisi, körlüğü de sağlıklı bir hal olarak bellemişler”.
Evet hikaye çok ilginç değil mi? Ama işin daha önemlisi benzer ve hatta bundan daha vahim hallerin şu yaşadığımız asırda farklı bir şekilde yaşandığı gerçeğini görmektir. Evet dikkatlice bakıp düşününce şu yaşam sürdüğümüz zaman diliminde yaşananların bu kıssadakinin aynısı olduğu anlaşılabilir.
Cehaletin bilgi, sadakat ve doğruluğun aptallık, sömürünün başarılı bir ekonomi, bozgunculuğun ıslah, zulmün de adalet sayıldığı bir dünyada yaşıyoruz maalesef. İnsani değerlerin ters yüz edildiği ve buna karşı durmanın cürüm sayıldığı her yer körler diyarıdır elbette. Fakirliğin, şiddetin, ırkçılığın, yabancı düşmanlığının olduğu her ülke de körler diyarıdır.
Hayatın anlamını ve amacını bilmeden yaşayan, tek hedef olarak arzuların tatmin edilmesini bilen bir topluluk da körler topluluğudur. Evet şu zamanda insanlara bulaşan imansızlık ve ahlâksızlık körlüğü, gözlerin görmediği malum körlükten çok daha beter ve tehlikelidir. Kalp ve akıl görmeyince gözlerin görmesinin ne faydası olabilir?
İlahî kelam Kur’an kalp körlüğüne dikkat çeker:
“İnkâr edenleri imana çağıran (peygamber) ile inkâr edenlerin durumu, bağırıp çağırmadan başka bir şey duymayan hayvanlara seslenen (çoban) ile hayvanların durumu gibidir. Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bundan dolayı anlamazlar”. (Bakara,286)