• DOLAR 34.447
  • EURO 36.303
  • ALTIN 2837.002
  • ...

Doğum tarihi 1900’lü yıllar ile ta 1960 yılına kadar yazar olarak bildiğimiz, eserlerini okuduğumuz birçok kişi sol, Marksist, materyalist zihniyete sahiptir. Malumunuz biz 1. Dünya Savaşında yenildik. Ülke işgal edildi. İşgalci güçler, İslam beldelerinin büyük bir çoğunluğunu bize geri vermediler. Hatta Mekke ve Medine bile İngiliz güçleri tarafından işgal edilip Suud ailesine verildi. Anadolu diye bildiğimiz beldemiz ise uzun yıllar ezan sesine bile hasret kaldı. İslam ve Allah’ın dini yasaklandı.

1. Dünya Savaşından sonra Anadolu’da İslam’ı anlatan kitapların hepsi toplatıldı. Harf inkılâbı bahane edilerek eski yazı yasaktır, denilip Kur’an-ı Kerim’in bile evlerde bulundurulması suç unsursu olarak görüldü. Kur’an dersi vermek devrimlere karşı gelmek olarak kabul edildi. Yaşı 70’li olan hafız, birçok hocamızdan Kur’an’ı gizli olarak öğrendiğini, köylerine veya ders aldıkları medreseye jandarma, polis baskınları ile ilgili birçok hikâye duymuşuz. 93 yaşında bir hocamız vardı. Allah rahmet etsin. Bu sene vefat etti. 2019 yılında gazeteci arkadaşımı bu yaşlı dostuma götürdük ki bize o dönemleri anlatsın. Kamera açılmadan önce güzel güzel anlatıyordu. Kamera açılınca konuyu değiştirdi. Hiç o meselelere girmedi. Gazeteci arkadaş çekimi durdurdu ve ‘Amca o dönemlerdeki Kur’an yasaklarını anlatsana! Niçin o konulara girmiyorsun?’ Hasan Hoca, 93 yaşında yaşlı adam gözleri doldu. Ve dedi ki: ‘Oğlum vallahi ben o konulara girmem! Yaşlıyım. Bu saatten sonra bir gün bile cezaevine sabır edemem. Açık söyleyeyim: Korkuyorum!’ Hasan Hoca niçin korkmasın ki? Kur’an dersi verdiği için nice insanın yargılandığına şahit olmuş garip bir vatandaştı.

Bu olaylar çok uzakta yaşanmadı. Cumhurbaşkanı bile ‘Minareler süngü’ mısrasının geçtiği şiirden dolayı zindana girmedi mi? Bir şiirden dolayı siyasi birini, zindana atan sistem; bu yaşlı adama ne yapmaz ki! İşte Hasan Hoca’nın hissiyatı… Çok uzaklara gitmeye gerek yok. 90’lı yıllara ait DGM’lerde (Devlet Güvenlik Mahkemelerinde) terör suçu kapsamında Kur’an dersi verdiği için yargılanmış, 30 yıl zindan yatmış insanlarımız yok mu? 1. Dünya Savaşından sonra bu ülkede Kur’an dersi verdiği için yargılanmış vatandaşlarımızın sayısını, istatistiksel olarak çıkarma vazifesini de imanlı hukukçularımıza havale ederek devam edelim.

Evet, 1. Dünya Savaşından sonra zaten üniversitelerde öyle bir ortam oluşturuldu ki bir genç namaz kılıyorsa bile gizli gizli kılmak zorunda kaldı. İslam’ı yaşayan birçok genç, üniversitelerden ihraç edildi. Namaz kıldığı için profesör unvanını almış insanlarımız üniversitelerden atıldı. Bu yıl çok değerli bir dekanı ziyarete gittik. Tevafuktur değerli bir profesör hocamız da Dekan Beyin yanında oturuyordu. Üniversitede İslami hassasiyeti olan gençler, bir panel düzenlemek istiyorlardı. Fakültenin konferans salonunu kullanmak istediklerini, konferans için bizim dekan beyle görüşmemizi rica ettiler. Biz de gençlerin meramını dile getirdik. Üniversitelerde İslami faaliyetlerin zorluğundan dem vurduk. Bu konuda gençlere yardımcı olmanın gerektiğini, gençleri cesaretlendirmenin gerekli olduğunu ifade ettik. Hem Dekan Bey hem profesör hocamız ışıl ışıl gözlerle bizi dinlediler. Söz sırası kendilerine geçince kızarmış ve mahcup bir yüzle ikisi birden: ’Hocam vallahi biz de İslami paneller, konferanslar üniversitelerde düzenlemek istiyoruz. Ama lafı cimi yok: Korkuyoruz be arkadaş! Kor-ku-yo-ruz! Korkularımızı yenemiyoruz! Daha sana ne diyelim? Bizi kınama, hükümetten dem vurma! O dönem eskide kaldı, deme! Üniversite ortamı farklı! Bu işlere ön ayak olunca birileri önünü tıkıyor. Biz az söyledik, sen çok anla!’

Dilimizde çok güzel bir deyim var: ‘CELLADINA AŞIK OLMAK’ Batılılar bu deyimi ‘Stockholm Sendromu’ ismiyle isimlendirmişler ve bunu bir hastalık olarak görüyorlar. Bireyin kendisine kötü davranan kişiye karşı kendini suçlu hissetmesi, bireyin kendisine yapılan şiddete karşı anlayış göstermesi, şiddet gördüğü halde şiddet görmediğine inanması, küçük bir iyiliğe karşı duyulan derin minnet duygusu bu hastalığın belirtileri olarak ifade ediliyor.

Uzmanlara göre bu hastalığın tedavisi zor. Hele bu hastalık toplumsal düzeyde yaşanıyorsa çok daha zor… Hastalığı tedavi etmek için önce toplumu; yaşananların istismarcının suçu olduğunu, kendisinin kabul etmemesi gereken olaylar olduğuna inandırmak gerekir. Kendi ülkemizde, öz kültürümüze göre bir anayasa, bir eğitim müfredatının bu milletin hakkı olduğuna milletimizi inandırmalıyız. Bu halk kazazededir, bu halkın ikna tedavisine ihtiyacı var. Tedavinin en önemli noktası, bireyin özgüveninin geri kazandırılmaya çalışılması sürecidir. Yani bu topluma haklarını talep edebilecek bir özgüven aşılayarak işe başlamak gerekir.

Birinci dünya savaşından sonra biz, toplum olarak ne yazık ki ‘Celladımıza aşık olmuşuz.’

Özgürce, erkekçe İslami ve insani tüm haklarımızı alabilmek duası ile…