• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Kur'an-ı Kerim'de Ahd terimi, ahlaki bir kavram olarak genellikle birine söz verme, taahhütte bulunma, anlaşma yapma manalarında kullanılmıştır. Hadisi şeriflerde de bu manalar, hem "Ahd" hem de "Va'd" kavramlarıyla ifade edilmiştir.

Kur'an'da iman, yalnızca zihni bir inanma değil; bunun yanında kişinin dini naslarla belirlenmiş olan esaslara uyacağına dair gönüllü bir taahhüdü olarak değerlendirilmektedir. İman ile Ahd arasında sıkı bir münasebet vardır. Kur'an'a göre ahde vefa, iman ederek Allah ile ahitleşme ve bu suretle kendisini hür iradesiyle sadakat mükellefiyeti altına sokmuş olan müminin ahlaki bir borcudur.

Bu sebeple Kur'an, ahdin önemi üzerinde ısrarla durmuştur. İster Allah'a ister insanlara karşı verilmiş olsun, her va'd, yükümlülük için ehliyet şartlarını taşıyan bir insanı borçlu ve sorumlu kılar. İslam ahlakında bu sorumluluğun yerine getirilmesine "ahde vefa" veya "ahde riayet" denir. "Sözünde durmak, verdiği söze bağlı kalmak, özü ve sözü doğru olmak" gibi anlamları içine alan ahde vefa, İslam ahlakının en önemli prensiplerindendir.

Kur'an-ı Kerim'de ve hadis-i şeriflerde müminlerin vasıfları sayılırken, onların ahde vefa gösterme özelliklerine vurgu yapılır. Ahde vefa ile ilgili ayeti kerimelerde, kendileriyle yapılmış antlaşmaların hükümlerine riayet ettikleri müddetçe, Müslüman olmayan taraflara dahi verilen söz istikametinde uygulamada bulunulması emredilmektedir.

Diğer ahlaki faziletlerde olduğu gibi ahde vefa göstermede de ümmeti için örnek bir hayat sürdürmüş olan Peygamberimiz sallellahu aleyhi vesellem, Hudeybiye Antlaşması'ndan hemen sonra, yanındaki Müslümanların itirazlarına rağmen, kendisine sığınmış olan Ebu Cendel'i antlaşmanın gereği olarak müşriklere iade etmesi, O'nun verdiği söze bağlılığının en canlı örneklerindendir.

Düşmanları tarafından bile O'na "el-Emin" sıfatı verilmesinin, kendisinin ahde vefa ve emanete riayet faziletine kemaliyle sahip bulunmasından ileri geldiği bütün kaynaklarda belirtilmiştir. Nitekim O, konu ile ilgili hadislerinde ahde uygun hareket edilmesini imandan saymış, ahde aykırı davranmayı ise nifak alameti olarak görmüştür. Zira sözünde durmamak, sözüne güvenilmez olmak, imanın özünde bulunan sadakat kavramı ile çelişmektedir.

Gerek Kur'an-ı Kerim'de ve gerek hadisi şeriflerde ahde vefa ile sadakat arasında kopmaz bir bağ vardır. İnsanların toplum hayatının gereği olarak birbirleriyle yaptıkları sözleşmelerin esaslarına uygun hareket etmelerinin, verdikleri sözleri mutlaka yerine getirmelerinin önemi üzerinde ısrarla durulmaktadır. Ahlak âlimleri, bu konuyu ekseriyetle "dilin afetleri" başlığı altında incelemişlerdir.

Ahlakçılar, herhangi bir vaatte bulunurken, ileride ahde vefa göstermeyen bir kişi durumuna düşmemek için, yerine getirilemeyecek hususlarda düşünmeden hemen "evet" demek yerine, söz veren tarafın ahdini yerine getirmesini engelleyen meşru bir sebebin baş gösterebileceğini dikkate alarak, sözün ardından, "inşallah" denilmesini tavsiye etmişlerdir.

Ahde vefa bir ahlak kuralıdır. Bu kaideye uyan, Allah'a verdiği ahde riayet eden, bu şuura varan kimseyi Allah sever ve ikramına nail eder. Fakat Allah'ın ahdini ve verdiği yeminleri az bir pahaya değiştiren bir kimsenin ahirette hiçbir nasibi yoktur. Allah'ın indinde hiçbir değere sahip değildir. İnsanlar arasında da kimse ona değer vermez ve onu tezkiye edip temize çıkarmaz.

Şu halde bütün ilişkilerimizde önce Allah'a karşı bir sorumluluğumuz vardır. Allah'ın gazabını icap ettiren hareketlerden sakınıp, rızasına nail olmaya çalışmamız lazım. Toplumlar topyekûn sapıtmış olup hak yolundan ayrılmış olsalar bile mümin için değişen hiçbir şey olmaz. Resulullah sallellahu aleyhi vesellem, müşrik bir toplumda bile bu kaideyi muhafaza etmiştir.

Sonuç olarak verilen her ahde, vefa göstermek gerekir. Bütün insanların (kalubelada) Allah'a verdikleri bir Ahdı vardır. Bu Ahd gereğince Allah'a inanmak, O'nun yüce ulûhiyeti için gerekli kulluk vecibelerini yerine getirme mecburiyeti vardır. Allah'a iman ahdi, O'nun ilahlık ve rabblığını itiraf etmek, mutlak bir itaat, derin bir teslimiyet ve şümullü bir kabullenmekle olur.