Afganistan İzlenimlerim...
Amerika’nın 20 yıllık işgalinin sonlanması ve çekilmesiyle tüm yönetimi ele geçirerek Afganistan İslam Emirliği ilan Taliban yönetimli Afganistan’ı gözlemlemek ve halkın durumu, işgalci emperyalistlerin bıraktığı yıkım ve dramı yazmak için Dr. Bekir Tank ile Afganistan’dayız. Önce Özbekistan’nın başkenti Taşkent’e oradan da Tirmiz şehrine uçakla geçtik. İmam Tirmizi’nin ismini alan Tirmiz şehrine gitmişken İmam Tirmizi’nin medfun bulunduğu türbeyi ziyaret etmeden, bir fatiha okumadan geçmek olmazdı. Tirmiz, Afganistan sınırına yarım saat mesafede. Taksi ile sınıra kadar gidip pasaport kontrollerinden sonra iki sınır arasında servis çeken araca binerek belli bir mesafe de yürüyerek Afganistan topraklarına girdik.
Özbek tarafının resmi tavırlarının aksine Afganistan’ın çiçeği burnunda Taliban yönetimine bağlı memur ve askerlerinin sıcak tavırları bekletmeden işlemlerimizi halletmeleri bizi rahatlatıyor. Daha sonra kapıda bizi bekleyen ticari taksi işi yapan mihmandarımız Allahmurat’la buluşarak taksisiyle 40 dakikalık bir mesafede bulunan Mezar-ı Şerif’e doğru yol aldık. Yol boyunca derme çatma evler, tek şeritli gidiş gelişli yol dışında diğer yollar toz toprak içerisinde, sanırsınız 1960’lar, 80’ler. Hemen yanıbaşındaki Özbekistan tarafı günün şartlarına göre gelişmiş ancak hemen sınırı geçtiğiniz gibi böyle bir manzara insanın içini burkuyor. Gayri ihtiyari Afganistan’ı bu hallere düşüren emperyalist işgalcilere lanet okuyorsunuz. Önce İngilizler, sonra Ruslar ve ardından ABD işgali. Dünyanın sözde egemen güçleri oldukları iddiasındaki şer odakların bir parça menfaatleri uğruna yüzbinleri katletmekten çekinmeyen insanlık dışı tutum ve uygulamaları ile bir ülkeyi nasıl da taş devrine çevirdiklerine şahid oluyorsunuz. Bu duygular içerisinde Mezar-ı Şerif’e giriyoruz.
Bu arada mihmandarımız Allahmurat, yol boyunca hem araba kullanıp hem de şehirde görüşebileceğimiz birini ayarlamıştı bile. Birazdan vardığımız yerde kapısında uzun namlulu silahlarla nöbet tutan Taliban askerlerinin bulunduğu büyükçe bir kapıdan içeri giriyoruz. Avluda takkeli ve sarıklı birkaç Taliban üyesi bizi karşılıyor. Burası Afganistan Demir yolları idaresine ait bir yerleşke. Yukarı çıkıp Afganistan demir yollarından sorumlu Seyfullah Sabıri ile görüşeceğiz. Biz Sabıri’yi makamında beklerken meğer yanımızda sohbete daldığımız kişi olduğunu daha sonra farkediyoruz. Güler yüzlü nurani bir simaya sahip Sabıri daha 34 yaşında ancak aldığı medrese ilmi ve oturmuş kişiliği, onu çevresinde saygı duyulan bir kişi konumunda tutuyor. Kendisiyle kısa bir röportaj yapıyoruz. Röportaj sonrası sohbet ettiğimiz Sabıri, her ne kadar Afganistan demir yollarından mesul olsa da kendi köyünde medrese inşa ettiklerini ilimden ellerini çekmediklerini gülümseyerek anlatıyor. Tabi konuşmalarımızın tercümesini yakın geçmişte Türkiye’ye gelerek Kırşehirde bir süre çalışan ve burada türkçeyi öğrenen Faruk Ensari yapıyor. Ensari, bir kardeşinin de halen Türkiye’de çalıştığını ifade ediyor. Odada Mihmandarımız Allahmurat, korumalar ve iki de misafir var, hemen hemen tümünün bir akrabası Türkiye’de kalıyor. Türkiye konusu açılınca muhabbetle konuşuyorlar.
Biz müsade isteyip kalkacağımızı ifade ediyoruz ancak Sabıri, bizi misafiri olarak ağırlamak istediğini ısrarla belirtince kalmaya karar veriyoruz. Güzel bir Afgan pilavından sonra Afganlıların meşhur yeşil çaylarından içiyoruz. Sabıri ile sohbetimiz sürüyor. Bir ara mesele Daeş’e gelince Sabıri, Daeş’le bayağı mücadele ettiklerini hatta çok şehid verdiklerini anlatıyor. İşgal döneminde ne yaptığını soruyoruz, Sabıri, tebliğ ve irşadla iştigal ettiğini ayrıca önceki hükümetlere bağlı asker ve polisleri, ülkelerine ve halklarına ihaneti bırakmaları yönünde ikna görevi yürüttüğünü ifade ediyor. Sabıri, amaçlarının inancımızı yaşamak ve ceddimizin bize miras bıraktığı bu topraklara sahip çıkacaklarını belirtiyor. Bu yüzden on yıllardır işgalcilere karşı savaştıklarını anlatarak gerekirse yine savaşırız diye de mesaj veriyor. Saatler ilerleyince müsaade isteyip bizim için müsaitleştirilen odamıza çekiliyoruz.
Ertesi gün sabah namazını kıldıktan bir süre sonra mütevazi bir kahvaltı ve ardından mihmandarımız Allahmurat, bizi şehri dolaştırmaya çıkarıyor. Mezar-ı Şerif’te bulunan Hz. Ali’nin türbesine(bir rivayete göre) gitmek istiyoruz ama olmuyor. Mihmandarımız, eskiden kadın ve erkeklerin birlikte ziyaret gerçekleştirdiğini ancak Talibler geldikten sonra gündüz 13.00’e kadar bayanlar, öğleden sonra da erkekler ziyaret edebiliyor deyince akşamdan Seyfullah Sabıri’nin bizim için randevu aldığı Belh vilayeti Kültür ve İletişim Müdürü Zebihullah Nurani ile röportaja gidiyoruz. Biraz bekledikten sonra bizi içeriye alıyorlar. Selamlaşmadan sonra yeşil çay eşliğinde tanışıyoruz. Ardından röportajımızı gerçekleştiriyoruz. Röportajın içeriğine çok girmeden özetlemek gerekirse Zebihullah Nurani, İslam Emirliğini yeni kurduklarını, bu kadar kısa bir süre olmasına rağmen kapkaç, hırsızlık ve terör olaylarını bitirdiklerini, Mezar-ı Şerif’le birlikte tüm Afganistan’da güvenlik ve asayişi sağladıklarını ve halkın kendilerine güvendiğini ifade etti. Röportaj sonrası teşekkür edip ayrılıyoruz.
Vakit daha erken olduğundan yönümüzü Afganistan tarihine kara bir leke olarak giren katliamlarıyla bilinen Raşid Dostum’un Mezar-ı Şerif’teki malikanesine gidiyoruz. Kapıda genç Taliban askerleri nöbet tutuyor. Kendilerine daha önce bir dostumuz vasıtasıyla İstanbul’dayken aldığımız ülke içerisinde haber yapabilir izin belgemizi gösterdikten sonra bizi içeriye alıyorlar. Çevresi yüksek duvarlarla örülü, alanı küçük bir mahalle olabilecek büyüklükte Afganistan şartlarına göre mini bir sarayla karşılaşıyoruz. Raşid Dostum, tripleks villa, geniş bahçesi, kapalı yüzme havuzu, jakuzi banyo vesair lüks içinde bir hayat yaşarken Afganistan’da milyonlarca insan açlıktan ölmemek için mücadele ediyordu. Tabi sadece Mezar-ı Şerif’te tek yok, Kabil’le birlikte bir kaç yerde malikanesi bulunuyor.
Malikaneyi dolaşırken evin mahzeninin tutukladıkları kişileri hapsettikleri ve işkence yaptıkları yer olduğunu öğreniyoruz. Bu bilgi Raşid Dostum’un kişiliğinden uzak değil. Çünkü geçmişte Şibirgan ve Kala-i Ceng ve daha bilinip bilinmeyen katliamların müsebbibi olduğu düşünceleriyle malikaneden ayrılıyoruz.
Normalde mihmandarımız Allahmurat’la Kabil’e taksiyle gitmeyi düşünüyoruz ancak 7-8 saatlik yolun Afganistan dağlarının arasından süzülen zorlu yolla 15 saate kadar çıktığını ve hava yolu iç hat uçuşlarının açıldığını öğrenince hava yoluyla gitmeye karar veriyoruz.
Tabi gitmeden mihmandarımızın akü ve araba yedek parça işi yapan akrabası Hacı Eman amcaya uğrayınca yemek yedirmeden bırakmam diyor. Biz de davetine icabet ediyoruz. Dükkanın üstünde genişçe bir misafirhanesi bulunan Hacı Eman Amca, etli Afgan pilavı ve meyve ikram ediyor bize. Tabi bitirmeden de kalkmak yok, diye aba altından sopa gösterince büyük sahanı beraber temizliyoruz. “Eskiden olsa böyle misafir ağırlayamazdık, polis hemen sorardı kim bunlar diye. Ama şimdilerde rahatça misafir ağırlayabiliyoruz” diyerek misafir ağırlamanın sevincini yaşıyor Hacı Eman Amca. “Taliban geldi emniyet geldi, ticaretimizi yapabiliyoruz” diyerek de gidişatın iyiye gittiğini sözlerine ekliyor. Yolcu yolunda gerek diyerek müsade istiyoruz, Hacı Eman Amcayla vedaşıp havaalanının yolunu tutuyoruz. Ve Kabil...
Devam edecek...