Tarih boyunca zulüm karşısında sessiz kalan toplumlar, adaletin izini kaybetmişlerdir. Ancak Allah, her dönemde zulme boyun eğmeyen öncüler göndermiştir. Bu öncülerin en yücesi, şüphesiz ki Hz. Muhammed (s.a.v.)’dir. O, sadece bir peygamber değil; aynı zamanda bir direniş önderidir.
Zulmün her türlüsüne karşı izzetli bir duruş sergileyerek, ümmetine hakkın, adaletin ve sabrın ne demek olduğunu göstermiştir.
O (s.a.v.) Zulmün kalbine doğan bir nurdur.
Mekke toplumunda zayıflar ezilir, kadınlar mirastan mahrum bırakılır, köleler insan yerine konmazdı. Güçlü olanın hükmettiği, mazlumun sesinin bastırıldığı bir dönemde Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “En hayırlınız, insanlara en faydalı olanınızdır” diyerek toplumsal adaleti tesis etmeye başladı.
Ebu Cehil’in Zulmü Karşısındaki Tavrı
İslam’ın ilk yıllarında, Mekke’nin ileri gelen müşrikleri Müslümanlara ağır zulümler yaparken, Efendimiz (sav) onların tehditlerine karşı dimdik durdu. Ebu Talib’e, “Yeğenini sustur, yoksa onu sustururuz” dediklerinde, Efendimiz şöyle buyurdu:
“Vallahi, güneşi sağ elime, ayı sol elime verseler yine de bu davadan vazgeçmem!” diyerek aziz davaya olan o samimi bağını müşriklerin yüzüne cesurca haykırmıştı..
Bu söz ve dik duruş, bir dava adamının zulme boyun eğmeyen duruşunun tarihi bir özetidir.
Cesur ve yiğit önder Resül (s.a.v.) zayıf ve mazlumları her daim koruyup kollamış, bu uğurda gereken en büyük fedakarlığı ortaya koymuştur.
Bilâl-i Habeşî, köle olduğu için efendisi Ümeyye bin Halef tarafından işkencelere maruz kalıyordu. Mazlumların hamisi Efendimiz (s.a.v.), Bilâl’in “Ehad! Ehad!” diyerek tevhidi haykırdığı o kızgın taşların altında bile onun yanında yer aldı. Onu özgürlüğüne kavuşturmak için Hz. Ebu Bekir’le birlikte gereken fedakârlık ve mücadeleyi en güzel bir şekilde yerine getirmişti.
Efendimiz (s.a.v.), sadece Bilâl’i değil, Ammar’ı, Yasir’i, Sümeyye’yi, Habbab’ı ve tüm mazlumları kalbine almıştı. Zulüm karşısında sadece sözle değil, fiili müdahaleyle direniş gösterdi.
Boykot Yıllarındaki örnek Direnişi
Müslümanlar, Mekkeli müşrikler tarafından Şi’b-i Ebu Talib’e hapsedildiğinde açlık, susuzluk ve yalnızlıkla baş başa bırakıldılar. Ama Rasulullah (s.a.v.) bu ekonomik ve sosyal ambargoya rağmen davasından dönmedi. O zor günlerde, ashabının kalbine ilmek, ilmek, sabrı dokumuştu. Gönüllere dokunan direniş önderi, birlik ve direnişin ruhunu inşa etti.
Medine Dönemi: Zulmün Karşısında Devlet Olmak
Medine’ye hicretle birlikte Peygamberimiz (s.a.v.) artık sadece bir birey değil, bir lider olarak zulme karşı kurumsal direnişi başlattı. Medine Sözleşmesi ile farklı inançlara sahip grupları adalet çatısı altında birleştirdi. Zulme uğrayan sadece Müslümanlar değil, tüm mazlumlar onun koruması altındaydı.
Yahudi bir vatandaşla Müslüman biri arasında dava olduğunda, hak Yahudi’de ise onun lehine hüküm veren bir Peygamberdi O (s.a.v.)...
Evet, bugün hâlâ başta Gazze olmak üzere, yeryüzünün dört bir yanında zulüm kol gezerken, direnişin yolunu Efendimiz (s.a.v.)’den öğrenmeye mecburuz.
Onun direnişi, öfkeye değil hikmete; şiddete değil sabra; nefrete değil merhamete dayanırdı. Onun izinden gitmek, zulmü reddetmek ve hakkı savunmakla mümkündür ancak.
Unutmayalım:
“Zulme rıza, zulümdür.”
Ve Resûlullah (s.a.v.), bu ümmete zulme rıza göstermeyen bir adalet önderi olarak gönderilmiştir.
Selam olsun Direniş önderlerine!
Selam olsun Adalet liderlerine!
Selam olsun zulme rıza göstermeyen yiğit erlere!
Ve Selam olsun Direniş önderi Hz Muhammed (s.a.v.) in izinde, yolunda giden tüm Peygamber Sevdalılarına!