Hayal Kırıklığının Zirvesine Ulaşmak!
Lise yıllarında Haçlı Seferleri’ni okumuş ve derin hayal kırıklıkları yaşamıştım. Bin yıl önce yaşayan o Müslümanlardan bazılarının mantığını anlamakta güçlük çekiyordum. İnsan, genç bir ruhtayken, daha safi, daha net oluyor galiba.
Okuduklarıma göre, Ortaçağ’da Hristiyan dünyası birlik olmuş, hem denizden hem karadan Müslüman coğrafyasını yakıp yıkarak ilerliyordu. Kalelerini, şehirlerini harabeye çeviriyor, Müslüman evlatlarını katlediyor, mukaddesatlarını çiğniyorlardı. Nasıl olabiliyordu bu? Korkak Haçlı, ne olmuştu da Müslümanın imanının karşısına çıkma cesareti bulabilmişti?
Bu istila sırasında, kimi Müslümanlar ellerindeki kıt imkanlarla mücadele ediyordu. Ama diğer taraftan Haçlılara karşı hiçbir şey yapmadan olduğu yerde duran Müslümanlar vardı. İşte bunu anlamıyordum! Nasıl yani? Bir Müslüman, Haçlılar kirli ayaklarıyla, mukaddesatın göğsünün üstünde gezinirken, hiçbir şey yapmadan durabilir miydi!
Okudukça şaşırıyordum. Gerçekten anlaşılır değildi. Olabilir miydi? Haçlılar Müslüman coğrafyaları işgal edip kan gölüne çevirirken, Müslüman, hiçbir şey yapmamanın bile ötesine geçip, tam da bu esnada, sadece ticaretini dert edinebilir miydi?!
Okudum ve kimi Müslümanlarda, ticaretlerini dert etmenin boyutunu gördüm. Haçlıların Müslüman kardeşlerine yönelik bunca vahşetine rağmen, kimi Müslümanlar, haçlılarla ticaret yapacak kadar ilkesiz davranıyorlardı.
Aman Allah'ım! Bu kadarı da fazlaydı. Tarih kitaplarında yazıyordu ama bir Müslüman bunu gerçekten yapabilir miydi? Haçlılar, Müslüman evlatlarını Müslümanların gözlerinin önünde parçalarken, kimi Müslümanlar da Haçlılarla ticaret yapmanın derdine düşebilir miydi?
Devam ettim. Okurken, Haçlıların şehirlerinin içinde bulunuşunu yadırgamadan içselleştiren, haçlılara uşaklık yapan Müslümanlar olduğunu gördüm. Hayal kırıklığımın seviyesi bununla artık zirveye ulaşmıştır, herhalde bundan daha ötede bir hayal kırıklığı olamaz artık derken, zirvenin çok daha ötelerde olabileceğini gösteren olaylar okudum. O işgal ve zillet ortamında, Müslümanlar, haçlıları bırakmış, birbirleriyle savaşıyorlardı! O saf gençliğimin duvarları başka türlü bu kadar kirli bir karakterle karşılaştırılıp kirletilemezdi herhalde!
Ama tam o esnada daha ötedeki bir hayal kırıklığı zirvesi kendini gösterdi. Müslümanlar sadece Haçlıları bırakıp birbirleriyle savaşmakla yetinmemişlerdi. Gidip Müslümana karşı, Haçlılarla ittifaklar kurmuşlardı. Müslümanın, Müslüman kardeşine karşı Haçlıdan medet umduğunu gördüğümde, kirlenmişliğin zirvesine ulaştım. Genç zihnimden, küfürle savaşmayı bırakıp birbirleriyle mezhep savaşına tutuşmuş o Müslümanları tırnaklarımla sökmek, dipnotlarına; korkakların, menfaatperestlerin, kabilecilerin, köle ruhlu uşakların, hain liderlerin, aptal taklitçilerin yazıldığı tarihimizin o kirli sayfalarını koparıp parçalamak istedim. Yanıyordum. Ta ki aydınlık bir sayfanın köşesinden, “Selahaddin” isminin yürek ferahlığı çıkana kadar.
Tarihti, uzaktı, anlamıyordum. Ama Allah'u Teâlâ bizi yeni bir Haçlı Seferi ilanının canlı şahidleri kıldı. 2001 yılında, o dönemin ABD başkanı olan George W. Bush, coğrafyamıza yönelik girişeceği saldırıların emirlerini verirken, gözlerimizin içine bakıp açık açık; “Bu bir Haçlı Seferi’dir!” diyordu. Böylece okurken anlamadıklarımızın tanıkları olmaya başladık. Milyonlarca müslüman bu Haçlı istilası sırasında Irak'ta, Afganistan’da, Suriye'de… şehit oldu. Ebu Gureyp'te, Guatanamo'da Müslümanların gözlerinin önünde Müslümanlar insanlık dışı işkencelerden geçirildi. Çok az Müslüman hariç kimseden ses çıkmadı. Haçlılar tüm kaynaklarımızı sömürürken, beş kuruşluk şerefi olan ticaretlerin hesabı yapıldı, mezhep savaşlarında boğuldu, milliyetçi emellerin mehdisi olarak haçlılar görüldü. Müslüman halkların liderleri, Haçlıların bir valisi gibi itaatkarlara dönüştü. Çevrede bütün buna isyan edecek Müslüman bir iman da kalmamış gibi.
Artık anlıyorum ama bir Selahattin’i bekleyecek zaman yok. Yola çıkılırsa, Selahattinler zaten gelip bizi bulacak inşallah.