Lafta iki milyar, örgütlü on milyon karşısında hiç olmuşsa, kimlik krizi, rol karmaşası yani ortada bir tanımlama hatası vardır. Öyle ise sayıları karşılaştırarak Mü’minleri küçümseme ahlakından artık vazgeçilmelidir.

Kur'an’da Allah; “Bedeviler: "İnandık" dediler, de ki: "İnanmadınız ama İslam olduk deyin; inanç henüz gönüllerinize yerleşmedi; eğer Allah'a ve Peygamberine itaat ederseniz, işlediklerinizden bir şey eksilmez; doğrusu Allah, bağışlar, merhamet eder." diyor. (Hucurât Suresi: 14. Ayet)

Bugün ise daha büyük bir kimlik krizimiz var. Çünkü “Mü'min” kimliğimizin ötesinde “Müslüman” kimliğimizden bile daha fazla öncelediğimiz kimliklerimiz bulunuyor. O zaman Mü’mini veya Müslümanlığı değil, bizi temsil eden en baskın kimliğimizi küçümsemeliyiz.

Çoğumuzun kimliğinde “Mü'min” yerine aslında “Etnik Milliyetçi”, “Sünni”, “Şii”, “Ehli Keyf”, “Korku Kulu” gibi isimlendirmeler yazılmalıdır. Allah'ın boyası ile hiç boyanmamış kimliğimiz, “Müslüman” kimliği renginde bile değil çünkü. Hiçbir şeyi Allah'tan, Peygamberinden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha çok sevmeyen kişiye “Mü'min”, bunun için potansiyel taşıyanlara “Müslüman” kimliği verilir. İslam'dan bu kadar çok fazla öncelediğimiz değerleri olan kişilerle sayısal karşılaştırmalar yapılarak “Mü’minler” hatta “Müslümanlar” bile küçümsenmeye çalışılmamalıdır. Gazze'nin etrafında yaşayan insanların onda birinin Gazze'de savaşan kahramanlar gibi olduğunu düşünün, o zaman bu sayısal karşılaştırmalar tersine dönmez miydi?

Öyleyse, “Mü’min”, Mü’minlik bilincine sahip kişiye verilen bir kimlik olacak. Irk, renk, coğrafya gözetmeden Müslümanı kardeşi görene, onun mücadelesine destek verene verilecek.

Emperyalizmin çarklarında dönmeyi zorunluluk gören hükümetleri geçelim, sokağa bile indiğimizde, hemen hemen bütün bakkallarımızda, lokantalarımızda Müslüman kardeşini öldüren Siyonist menşeli içecekleri satıp, namaz kılmaya gidenleri görüyoruz. Sattığı içeceğin parasının nereye gittiğini de çok iyi biliyor. Öyle ise bu nasıl bir kimlik algısıdır böyle! Müslüman bebekleri katleden Siyonistlere yardım ettiğini gizlemeye bile gerek duymayacak kadar küstah davranan kahve markalarının mekanlarını başörtülü kadınlar dolduruyor. Bunu yaparken boykottan da haberdardırlar. Bile bile gidip oturuyorlar. O esnada “Ehli Keyf” veya “Milliyetçi” kimliğinle, Mü’min kimliğini protesto ediyorsan, o zaman “neden o başörtüsünü takıyorsun” diye sormak aşırıya mı kaçmak olur acaba?!

Aşırıya kaçmak oluyorsa, ortada rol karmaşası vardır. Çünkü bildiğimiz kadarıyla İslam, eğittiği insana sadece İslami önceleyen bir bilinç verir. İslami bilinç, bireyin farklılıklarını önemseyerek insanları örgütler ve kurşunla kenetlenmiş saflar haline getirip ortak hedefe yönelmiş bir ok haline dönüştürür. Bu dağınıklık, bu kendine, kendinden olanlara düşmanlık, bu konfora müptelalık, bu korkaklık Müslüman bilinciyle bile uyuşmuyor.

Mü’min bilinç iki dünyalıdır. İki dünyalı haline gelen kişi, tek dünyalı olmanın verdiği tüm korkuların azatlısıdır. Bariz özellikleri arasında ölesiye dünya sevgisi bulunan on milyon karşısında bu derece aciz duruma düşmez.

Mü'min bilinç, bireyi aynı anda hem aydın, entelektüel, sanatçı hem de savaşçı kılar. Çünkü Allah'a inanmış kişi, varlığın anlamını varlığın kendisinde aramaz. Varlığı, varlığın içindeki değerlerin rengiyle görmez. O, Allah'ın boyasıyla boyanmıştır. Bizler Allah'ın boyası dışındaki tüm kirli renklere boyanmış haldeyken, Allah'ın boyası ile boyanmış iki milyarın, on milyonluk lanetlenmiş bir renk karşısında aciz kaldığını iddia edemeyiz.

Artık üzerimizdeki diğer tüm kirli renkleri temizleyelim. Aynı mübarek rengin tonlarına bürünmüş halde düşmanların karşısına saf tutalım. O zaman görelim bakalım orantılı orantısız sayısal karşılaştırmalar, hangi tarafa doğru meyledecek.