Cuma Namazı ve Ümmet Bilinci
Kur'an Nesli Platformu; her yıl "Hayat Namazla Güzeldir" şiarıyla çok verimli etkinlikler yapmaktadır. Namaz çalıştayları, bu etkinliklerin teorik kısmında önemli bir yer tutmaktadır. Bu çalıştayların dördü daha önce Batman’da gerçekleştirilirken beşincisi 6 Kasım 2023’te İstanbul’da gerçekleştirildi.
Ben de bu çalıştaya katıldım ve “Cuma namazı ve ümmet bilinci” hakkında bir sunum yaptım. O sunumun metnini sizinle paylaşıyorum.
Cuma Namazı ve Ümmet
“Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığında Allah’ı anmaya koşun ve alışverişi bırakın. Bilirseniz, bu sizin için çok hayırlıdır.
Namaz kılındı mı artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasip arayın. Allah’ı da daima çok anın ki kurtuluşa eresiniz.” (Cuma Sûresi, 9-10)
Her kim önemsemediği için üç cumayı terk ederse Allah onun kalbini mühürler” (Ebû Dâvûd, Salât, 210; Tirmizî, Cuma, 7).
Cuma, toplanmaktır ve ümmet önderliktir. Ümmet toplanabilirse/toparlanabilirse yeryüzüne cemaat hâlindeki önderler olarak dağılacaktır.
“Hür olmak” cuma namazının farziyetinin koşulları arasındadır ve hür olmak, önderlik hakkına sahip olmaktır. Ümmet olmak, önder olmaktır; insan, kendisine önder olmaz. Ümmet olmak, insanlığa önder olmaktır.
İnsanlığa önderlik, medeniyet gerektirir, dolayısıyla ümmet olmakla medeniyet olmak arasında doğrudan bir ilişki vardır. Nitekim, merhum Sezai Karakoç, yayımlanmamış son röportajında tek ırkın tek başına medeniyet kuramayacağını belirtir.
Medeniyet şehirdir ve Cumanın sahih olma koşulları arasında kimi mezhepler şehir şartını da saymışlardır.
Medeniyet, buluşma olgunluğudur ve kimi ictihadlarda Cumanın sıhhat koşullarından biri de bir şehirde tek yerde kılınmasıdır.
Ümmet olmak, önder olmaktır, önderliğin bir yanı hitabettir ve cumanın sahih olma koşullarından biri de hutbedir.
Müslümanlar, yakın bir döneme kadar, ilgili hadis-i şerife dayanarak ümmetten sayılmak için Cuma namazına özellikle bakarlardı. Özellikle avam, Cumaya mazeretsiz gelmeyeni ümmetten saymama gibi bir eğilim içindeydi. Ki Anadolu’da bayram namazından sonra, toplumun en çok katıldığı ibadet Cuma namazıdır. Galiba günümüzde biraz tersinden bakarak Cumaya her geleni, hâli ne olursa olsun, ümmetten saymak maslahata uygundur.
Cuma’nın farziyetini bildiren Cuma Suresi 9. Ayet-i Kerime’deki "sa'y" kelimesi, serilik, hız ifade etmekle birlikte, bilinçli, iradeyle iş yapmayı da ifade eder. Hakikaten bugün Ümmetin, şuurla ve serice çalışmaya, gayrete, birlik olmak için çabaya ihtiyacı vardır.
Halka açık olmayan mescidde Cuma namazı kılınmaz, denmiştir.
İslâmî devlet geleneğinde, devlet başkanı sayılmanın meşruiyet işaretlerinden biri de adının hutbede anılmasıdır. Devlet başkanının adı hutbede anıldığında ve cemaat de buna sessiz kaldığında bu zımni bir biat sayılmıştır.
Öte yandan bizde devlet başkanının Cuma namazını kendisi kıldırmıyorsa bile Cuma günü camiye gelip halka görünmesi de Müslümanların geleneklerinden biridir.
Nitekim pek çok Müslüman devlet adamı, Cuma günü şehid edildiği hâlde Müslümanlar tarih boyunca bunu sürdürmüşlerdir.
Bu yanıyla Cuma namazı, zengin-yoksul, yöneten-yönetilen, alim-cahil farkı gözetmeden buluşması iken aynı zamanda bir devlet-halk buluşmasıdır, dolayısıyla tam bir bütünleşmedir.
“13. yılında (m. 622) yapılan İkinci Akabe Biatı’nda kendi aile çevrelerindeki İslâmî gelişmeleri takiple görevli on iki kabile sorumlusuna başkan (nakîbü’n-nukabâ) seçilen Es‘ad b. Zürâre’nin Medine yakınlarında cuma namazı kıldırdığını kaydetmektedir. Bazı rivayetlerde Mus‘ab b. Umeyr’in de bu dönemde Medine’de cuma namazı kıldırdığı belirtilir.
Hz. Peygamber’in ilk defa cuma namazı kıldırması ise hicret esnasında olmuştur. Şöyle ki, Resûlullah Medine’ye bir saat mesafede bulunan Kuba’ya varınca orada konaklamış ve pazartesiden perşembeye kadar ashabı ile beraber çalışarak İslâm’ın ilk mescidini inşa etmiştir. Cuma günü buradan hareket edip Medine yakınlarında Rânûnâ vadisine ulaştığında buradaki Sâlim b. Avf kabilesine misafir olmuş ve o sırada cuma vakti girdiğinden anılan vadideki namazgâhta cuma namazını kıldırmıştır. Günümüzde, bu yerde inşa edilmiş ve Mescid-i Cum‘a adıyla anılan küçük bir cami bulunmaktadır.”
Müslümanlar, o günlerden bu yana Cuma namazını, buluşma, haberleşme, birlik olma, kendisi için, birbiri için ve ümmet için dua etme, tebrik ve tepkisini ifade etme fonksiyonlarıyla eda etmektedirler. Cuma, o günden bu yana Müslümanlarda bir heyecan vesilesi olmaktadır. Nitekim İslam dünyasında “Cuma” ile toplumsal hareketler arasında doğrudan bir ilgi kurulmakta, Müslümanların aleyhine bir gelişme olduğunda büyük camilerin çıkışları tekbirlerle inlemektedir.
Cuma Namazı İle İlgili Sorunlar
Bununla beraber Cuma namazı ile ilgili bugün bazı sorunlarla karşı karşıyayız. Bu sorunları şu şekilde sıralamak mümkündür:
1.Cumanın önemsizleştirilmesi:
Bunu iki başlık altında incelemek gerekiyor:
- a) Cumanın sıhhat şartlarının Ümmetin maslahatına uygun düşmeyecek şekilde yorumlanması:
Müslümanların Batı modernleşmesi karşısında yaşadıkları askeri ve siyasi sorunlardan sonra oluşan seküler/zalim siyasi nizamlar altında Cuma namazının sıhhati sorgulanırken Müslümanların maslahatlarının göz ardı edilmesi.
Bu sorunlu devirde Müslümanların her zamandan daha çok buluşmaya, sahih bilgilerle donanmaya, ibadet ve duaya ihtiyacı vardır. Dolayısıyla sıhhat şartlarının, daha çok müspet yönde konuşulması gerekirken menfi yönde gündem yapılması.
Cumanın önemini kavratmaya çalışırken başvurulan bu yol, şuurlu Müslüman gençliği bir dönem cami ve cemaatten uzaklaştırdı. Cumaya gelmeyen gençlik, ne yazık ki kafelerde buluşur oldu.
- b) Yapılanın değil, yapılmayanın öne çıkarılması:
Bundan kastım, haftalık ibadeti Cuma namazından ibaret olanların kınanarak onların söz konusu ibadeti terk etmelerine yol açılması. Ehl-i Sünnet’e irşadda esas olan yapılanı takdir iken bu menfi yaklaşım üzerinden şuurlandırma çabası, ötekileştirme, dışlama gibi neticeler doğurmuş, neticede fıska yönelişi hızlandırmıştır.
2-Mezhepsel ya da grupsal görüşlerin tek görüş gibi dayatılması:
Özellikle Cuma namazının kaç kişiyle kılınacağına dair tartışmalar, köyleri uzun süre Cuma namazı ve hutbe bereketinden yoksun bırakmıştır. Bu sorun, bazı mutaassıp görüşler dışında genellikle aşıldı.
Bu bağlamda günümüzde bir diğer sorun ise farklı sebeplerle ikinci hutbeden çıkarılan duanın günümüzde tamamen terkidir:
Pek çok kişi için Cuma namazı duadır. Dua, Cuma namazına başlı başına bir maneviyat katmaktadır, bir ortak ruh kazandırmaktadır. Cuma namazı saati duasının değeri de malumdur. Oysa geçmişte zalimlere dua etmemek için terk edilen dua, günümüzde kimi cami görevlilerince tamamen terk edilmiş durumda, cemaatin gözleri minberde, elleri dizlerinde bekleme hâli oldukça üzücüdür ve eminim ayrıntı gibi görünen bu hâl, Cuma namazına katılımı olumsuz etkilemektedir.
3-Vaaz ve hutbelerin öz ve içerik sorunu:
Bu sorun da birkaç yönlüdür:
- a) Zamanın gerisinde kalma
Bu, vaaz ve hutbelerin öz olarak Müslümanların ihtiyacını yansıtmaması üslup açısından ise dilinin eskimesi ile ilgili bir sorundur.
Vaaz ve hutbe, cemaati İslam’ın esasları konusunda bilgilendirmeli, günün gerçekliği hususunda da şuurlandırmalıdır. Böylece Müslümanların çağı anlama kabiliyetlerini artırmalı, çağa hükmetme gayretlerini çoğaltmalıdır. Dolayısıyla vaaz ve hutbede, İslam’ın sabiteleri gibi Müslümanların değişkenleri de işlenmelidir.
Hâlbuki vaaz ve hutbelerde İslam’ın sabiteleri anlatılırken günün gerçekliği atlatılmakta ya da günün gerçekliği İslam’ın sabitelerinin ışığı altında değil, tamamen seküler bir dille anlatılmaktadır.
Üstelik, İslam’ın sabiteleri anlatılırken gençlerin anlamadığı Osmanlıca tabirler kullanılmakta, neticede zaten havasız ve insanların nefeslerinin birbirini boğduğu bir ortamda cemaat hutbenin bereketinden istifade edememektedir.
- b) Davet diline aykırı bir üslupta ısrar etme
Ulema, toplumun önderidir. Dolayısıyla yakınma makamı değil, çözüm sunma makamıdır. Ne yazık ki kim bilir hangi devirden kalma bir alışkanlıkla kürsüye çıkan vaiz ve hatipler, “Müslümanlar bozuluyor, namaz kılan azalıyor, İslam garipleşti!” gibi, moral kırıcı ve tersinden düşünüldüğünde düşman propagandası içinde değerlendirilebilecek bir yakınma, şikâyet seremonisi yapmakla yetinmiyorlar. Cemaati doğrudan fırçalıyorlar, haftada bir gün ancak camiye gelen dinleyicilerine yüksek düzeyli siyasi ve askerî erkana seslenmemesi gereken bir dille onlara sesleniyorlar. Ümmetin bütün sorunlarından onlar sorumluymuş gibi bir üslup kullanıyorlar, onları kınıyorlar, aşağılıyorlar.
Cemaat, çoğu zaman Cumaya gitmek ile fırça yemeyi bir görmeye başladı. Gençler, hatipleri dinlerken onların o fırça atarak rahatlama hâli karşısında içten içe hatta kimi zaman açıktan gülüyor.
Bu, Resûl-i Ekrem salallahü aleyhi vesellem ve pâk İslam’ın büyük mürşidlerinin davet, tebliğ ve irşadına aykırı bir üsluptur. Cemaatin fırçalanmaya değil, nasihate ve çoğu zaman takdire ihtiyacı vardır. Malum olduğu üzere şükür, nimeti, teşekkür gayret ve hizmeti artırır. Takdir toplar, tekdir ise uzaklaştırır.
Kıymetli bir öz, ancak güzel bir üslup içinde değer görür. Öyleyse vaaz ve hutbeler, süslü değil ama temiz ve edepli bir dille sunulmalıdır.
4-Vaaz ve hutbeyi ırkçılaştırma:
Vaaz ve hutbelerin çoğunluğun dili olması, ihya yönünde çok kıymetli bir adım kabul edilmelidir. Ama ümmet bakiyesi şehirlerde, çoklu etnik yapı içinde vaaz ve hutbede, hitabın hangi etnik yapı olursa olsun bir etnik yapı adına sunulması Ümmetin felaketidir. Bu, İslam’ı esaslarını dahi ilgilendirecek oldukça yanlış bir girişimdir. Cumaya duyulan ilginin özellikle büyükşehirlerde azalmasının temel nedenleri arasındadır. Bu konuda devletin üst düzey yetkililerinden vaiz ve hatiplere kadar herkes bilgilendirilip şuurlandırılmalıdır. Aksi hâlde Allah muhafaza, bugün Avrupa’da kısmen görüldüğü üzere aksi hâlde biz ya etnisiteye bağlı camilerden söz edeceğiz ya da hâkim etnik yapı dışındaki Müslümanların Ümmetten kopması gibi bir sorun yaşayacağız.
5-Kadınların cuma dışında tutulması:
Kadın unsuru, toplumda daima önemli bir yere sahiptir. Bugün o yer daha da önem kazanmaktadır. Buna karşı farklı sebeplerle kadınların Cuma namazı dışında tutulmasında ısrar edilmesi, Müslümanların gelecek nesillerini tehdit etmektedir. İmkânlar veya haşa kadının şahsiyeti etrafında yapılan izahlar ise acziyet ve haksız itham çerçevesini dahi aşmaktadır.
Kadınların Cuma namazına katılabilecekleri imkânlar artırılmalı, bunun için kısa Cuma namazı mescidleri aşmalı. Her semtte, geniş bir sosyal mekândan Cuma için istifade edilmeli, uzun vadede ise makul Cuma camisi inşa etme stratejisi geliştirilmelidir. Makuldan kastım, şehir Cuma camisi değil, her semtte kolay ulaşılabilir bir Cuma camisi inşa etmektir.
6-Cumadan sonra, doğrudan İslâmî hizmetlere yönelik olmayan yardımların toplanması:
Camilerde yardımın toplanmasının süreklileştirilmesi bir sorun olduğu gibi vaiz ve hatibin bunu kürsüde dillendirme zorunda bırakılması ayrıca bir sorundur. Bu zorunluluk, vaiz ve hatipleri güç durumda bırakmakta ve onların itibarlarına halel getirmektedir.
Bu sorunların bir an önce bir bir değerlendirilmesi ve giderilmesi gerekir.