• DOLAR 34.692
  • EURO 36.64
  • ALTIN 2961.23
  • ...

Milliyetçilik, ulus devletlerin esas eğilimidir. Ulus devletler, bu eğilim üzerinde var olmuştur; bunun için milliyetçiliği hep bir güç kaynağı olarak düşünür ve beslerler.

Küresel derin yapılar, 20. yüzyılda imparatorlukları milliyetçilikle dağıttılar. Bugün ulus devletleri milliyetçilikle dağıtıyorlar.

Ulus devletler, dün milliyetçilikle var oldular. Bugün milliyetçilik, kontrol dışına çıkarak ulus devletlerin varlığını tehdit ediyor.

Ulus devletlerin varlıklarını sürdürmeleri, 20. yüzyılın paradigmalarını aşarak kendileri için yeni bir yaşam çevresi bulmalarına bağlı.

Oysa milliyetçilik, gün geçtikçe bunun önünü tıkıyor, ulus devletlerin yeni yaşam damarları bulmasını engelliyor ve onları küresel büyük güçlere bağımlı kalmaya mahkûm bırakıyor.

Türkiye örneğinde sadece sosyal medyadaki ırkçılıktan söz etmiyorum. Sosyal medyadaki ırkçılar, şöyle sınıflandırılabilir:

-Bir bölümü, uluslararası güçlerle ilişkili İslam düşmanıdır. Irkçılığı İslam düşmanlığı yapmak için kisve olarak kullanıyor. 19. yüzyılda Batılılaşma, 20. yüzyılda Sosyalizm, zemin bulmak için milliyetçiliği kullandığı gibi, bugün de küresel İslam düşmanlığı, Türkiye’de zemin bulmak için ırkçılığı kullanıyor. Irkçıların sosyal medya hesaplarına bakıldığında bu gerçeklik bas bas bağırıyor.

-Bir bölümü CIA ve MOSSAD gibi istihbarat örgütleriyle doğrudan bağlantılıdır. Bunların ırkçılığı, ABD adına, Kürt düşmanlığı üzerinden Türkiye’nin birliğine; israil adına ise Arap düşmanlığı üzerinden Türkiye’nin yalıtılmasına, yalnız bırakılmasına dayanıyor.

Bunlar, gerçek anlamda bölücü, engelleyici ve tüketici bir yapı olarak göz ardı edilemeyecek bir güvenlik sorunudurlar.

Söz konusu iki yapı, faaliyetlerini milliyetçiliğin bütün ortamlarda kutsanıp yüceltildiği bir ülke atmosferinde rahatlıkla sürdürmekte ve göçmen politikasından zarar gören ama iyi niyetli kesimlerde taban bulmaktadır.

Milliyetçiliğin geldiği bu nokta; Türkiye’nin sadece ekonomisini değil, uzun vadede bütün uluslararası ilişkilerini tehdit edecek bir boyuta vardı. Milliyetçi yapı, Türkiye’yi gün geçtikçe İslam aleminden tamamen kopararak Batı’ya mahkûm durumda bırakmaktadır. Batı’nın Türkiye ile ilgili niyeti ise herhâlde meçhul değil.

Normalde, Türkiye’nin entelektüel yapısını bunu görüp siyaseti olumlu yönde etkileyecek bir zemine sevk etmesi gerekir. Hiç de öyle değil!

Yılların köhnemiş milliyetçilik siyaseti, son yıllarda özellikle beslenerek belki sosyal medya ırkçılığını geride bıraktı. Başka kavimlere değil, özellikle Müslüman kavimlere ait her üstünlüğe şerh koyan hasta bir entelektüel zihniyet!

Huzurlarında “Şu Arap alim!” demeye başladığınızda yüzleri değişmeye başlıyor, bakışlarında bir istihza beliriyor. Peşinden ya onun aslında öyle büyük olmadığını ya da ondan daha büyük bir Türk’ün bulunduğunu ispatlama yoluna gidiyorlar. Buluşup buluşup Şam bizim, Yemen bizim, Kahire bizim nutukları atıyorlar!

Farkında değiller, ülke içinde taban buldukça zihin dünyalarıyla İslam dünyasında gittikçe yalnızlaşıyorlar, basitleşiyorlar, alay konuyu oluyorlar hatta kimi ortamlarda artık nefretle anılıyorlar.

Bir dönem Arap dünyasını saran bu hastalığın Türkiye’de bu ölçüde zemin bulması tamamen ihmalden kaynaklandı.

Son çeyrek yüzyılda sözde iyi niyetle, İslam dünyasındaki düşünürler için “ithal” diyen entelektüeller hiç de “temiz” değildiler. Zira onların raflarını hep Batı’nın yazar ve çizerleri süsledi. Onların karşıtlığı İslam dünyası merkezliydi. Dolayısıyla hakikatte onlarla sosyal medya ırkçılığının durduğu pek de farklı değildi. Bugün onların her biri klasından bir gizli ırkçı olarak söz söylemeye devam ediyor.

Zamanında bunların fikir ve niyetleri teşhir edilseydi bugün kasvetli bir ortamın oluşmasına katkı veremezlerdi.