• DOLAR 34.01
  • EURO 37.886
  • ALTIN 2823.016
  • ...

İşkencenin tarihini yazanlar, 2003 öncesi Türkiye’sini inceleselerdi herhâlde arşivlerini epey genişletmek zorunda kalırlardı.

Bu insanlık suçu, pek çok köy karakoluna kadar bütün boyutlarıyla ulaşmıştı. Bu suçun icrası için, örtülü ödenekten veya başka yerlerden (!) çok ciddi paralar aktarılıyordu. Yine aynı suç için, farklı kadrolardan binlerce personel çalıştırılıyordu.

İşkence, sadece maruz kalanlar için değil, icra edenlerin bir kısmına karşı da insanlık suçuydu. Çünkü bir kısmı, aldatılarak veya mağduriyetinden istifade edilip zorlanarak işkenceciliğe sürüklenmiştir.

İşkence personelinin önemli bir kısmı, hiçbir zaman normal hayata dönemedi, ailesinin de normal bir yaşam sürmesine izin vermedi. İntihar edenleri oldu, ömrü boyunca defalarca intihara kalkışıp hayatı kendisi ve ailesi için inşkencehâneye dönüştürenlerden söz edildi. Hiçbiri kendisiyle iftihar etmedi, ettiğinde çevresinde saygı görmedi. Psikopatlaşanları, vatansever olarak karşılanacaklarını düşünürken köy ve kasabalarda dahi lanetle anıldı. Onları tanıyanlar, meclislerinden uzak durdu.

İşkenceye maruz kalanlara gelince bütün siyasi kesimlerden onların en açık sözlüleri dahi, ayrıntıları ömürleri boyunca çevrelerinden sakladılar. Zannederim, eski Ülkücü Yaşar Okuyan’a “Mamak’ta ne tür işkenceler gördünüz?” diye soruldu. “Kimse orada gördüklerinin ayrıntılarını anlatamaz” diyerek ayrıntılara girmeyi reddetti.

İşkencenin en yaygın olduğu dönemlerden biri ise Sosyal Demokrat Halk Partisi (SHP) ve Doğru Yol Partisi’nin (DYP) hükümet ortağı oldukları dönemdir. Bu sosyal demokrat/iberal koalisyonda Adalet Bakanı SHP’den ve Alevi; İçişleri Bakanı da yine Alevi kökenli olduğu söylenen İsmet Sezgin’di.

Biri Sivas yöresinden, diğeri Tunceli kökenli olup Aydın’a yerleşmişti. Sonra yine Adalet Bakanı, hep SHP’den ve Alevi Kökenli, İçişleri Bakanı ise DYP’nin milliyetçi kesiminden seçildi. Fakat ne sosyal demokratlık ne Aleviliğin acılarla anlatılan tarihi ne liberallik ne milliyetçilerin Mamak hatıraları işkenceye son verdi.

Erdal İnönü’nün insanseverliği iş görmedi, 1992’de yapılan yasal değişikliklerin yönetmeliği çıkarılamadı, eski düzen olduğu gibi devam etti.

28 Şubat’a doğru yol alınırken Refah Yol hükümeti, hiçbir değişiklik yapamadı. Ardından gelen Ecevit hükümetleri de olanı olduğu gibi sürdürdü. Bülent Ecevit’in insanseverliği işkenceye karşı zerre işlemedi, sadece işkenceyi kısmen İslâmî kesime doğru artırdı.  

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Kasım 2002’de seçimi kazandıktan sonra henüz başbakan değilken bile ilk emirlerden biri olarak, zindan geleneğinden İsrail askılarına kadar uzun bir geçmişi olan tarihi işkence rezaletine son verdi.

Durumdan vazife çıkaranlar, işkenceli sorgular için, hızla ülke çapında insan avına çıktılar. Ama karar, o kadar sıkıca uygulandı ki daha 2003’ün başlarında gözaltına alınanlar, eski kadroların işkence yapamayınca kendi kafalarını duvarlara vurduklarına, “Ah, altı ay önce buraya düşecektiniz!” deyişlerine tanıklık ettiler.

Erdoğan, Başbakan olduktan sonra 2004’te ilgili yasalarda devrim mahiyetinde değişiklikler yaparak sanıklara gözaltı sürecinde avukat hakkı tanındı, üstelik ekonomik durumu avukat tutmaya müsait olmayanlara devlet bütçesinden avukat tahsis etme hakkı verildi.

Bu, bir devrimdi ve bu devrimi bertaraf etmek için eski düzenin sahipleri Erdoğan’a karşı resmen gizli bir savaş, bir darbe gerişimi yürüttüler. Ama Erdoğan, asla bu yöndeki insan hakları düzenlemelerinden caymadı.

Yetmedi! Erdoğan af konusunda, bilinen müspet tutumdan farklı bir yerde dursa da cezaevlerinin koşullarının düzenlenmesinde tarihî adımlar attı ve mahkumlara eşleri eli özel ortamda görüşme hakkı dahi getirdi.

Peki işkenceye son vermek gibi tarihî bir adımın işkenceye maruz kalan Türk ve Kürt Solu çevrelerinde takdir toplaması gerekmez miydi?

İnsan haklarından yana olmak öyle gerektirir. Ama tersi oldu. Erdoğan, müspet adımlar attıkça Erdoğan’a düşman kesildiler, onu diktatör dahi ilan ettiler. Neden? Çünkü kendi hesaplarına düşünmüyorlar.

İşkence, birey ve toplumu sürekli Batı kapılarında tutuyordu; Batı sevdasına yöneltiyordu ve işkence Sol örgütler için mensup bulma imkânına dönüşmüştü.

Bugün Sol sesler; işkencecileri kutsuyorlar, işkenceye son verenlerin ise fotoğraflarına bile tahammül etmiyorlar.

Bunca tutarsızlıkla iktidara gelseler acaba nasıl bir yönetim sergilerler, varın, siz düşünün!