Nerede, hangi ülkede, hangi renkten ya da dilden olursak olalım; hangi sosyal statüde bulunursak bulunalım, Allah Teâlâ yaratılışımızın gayesini açık bir şekilde şöyle beyan eder: “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 51/56). Diğer bir âyette ise bu kulluğun süresini şu ifadeyle bildirir: “Sana ölüm gelip çatıncaya kadar Rabbine kulluk et.” (Hicr, 15/99).
Bu iki âyet birlikte ele alındığında, hayatın anlamının Allah’a kullukta saklı olduğu ve bu görevin ömür boyu süreceği net biçimde anlaşılır. Devamındaki âyetler ise bu sürecin hem sahibini hem teminatını ortaya koyar: “Onlardan bir rızık istemiyorum, beni doyurmalarını da beklemiyorum. Şüphesiz Allah, Rezzâk olandır; güç ve kuvvetin gerçek sahibi de O’dur.” (Zâriyât, 51/57-58).
Ancak bu kadar açık ve net ifadelere rağmen, insan çoğu zaman bu ilahî gayeyi unutur. Tüm hayatını sadece geçim derdiyle geçirir; dünya için her türlü ince hesabı yaparken, ahireti geri plana atar. Bu durumun özeti niteliğinde olan şu âyet, insanlığın gafletini gözler önüne serer: “Hayır! Doğrusu siz çabucak geçip giden (dünyayı) seviyorsunuz. Âhireti ise bir yana bırakıyorsunuz.” (Kıyâme, 75/20-21).
Bu yüz çevirişin neticesi de yine Kur’an’da açıklanır. “İnsanlardan kimi, ‘Rabbimiz! Bize dünyada ver’ der. Fakat onların âhiretten bir nasibi yoktur.” (Bakara, 2/200). Ardından ideal kulluk duası öğretilir: “Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, âhirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru.” (Bakara, 2/201-202).
Demek ki mümin için dünya ile ahiret birbirinden kopuk değil, birbirine bağlı iki geçiş durağıdır. Âl-i İmrân Sûresi’nin 14. ayetinde bildirildiği üzere, dünya hayatının geçimlikleri olan kadınlar, çocuklar, altın ve gümüş yığınları, gösterişli binekler, hayvan sürüleri ve ekinler insanlara süslenmiş, cazip kılınmıştır. Ancak hemen ardından gelen uyarıyla, Allah katındaki ödüllerin bunlardan daha hayırlı olduğu bildirilir.
Bu noktada bilinçli bir mümin için esas hedef bellidir: Nimetlere aldanmadan, onları asıl gayeye ulaşma yolunda araç hâline getirebilmek. Zira bu nimetleri veren de, dilediği an geri alan da Allah’tır. Nerede olursak olalım, O her zaman bizimle beraberdir. O hâlde bize düşen; O’na karşı saygılı davranmak, O’ndan korkup çekinmek ve ahiretimizi mahvedecek amellerden titizlikle sakınmaktır.
Bu sakınmanın birinci mertebesi, şirkten uzak, ihlâs dolu bir imanla O’na kulluk etmektir. Hz. Lokman’ın oğluna yaptığı şu öğüt, bu konuda bize de örnektir: “Oğulcuğum! Allah’a hiçbir şeyi ortak koşma. Şüphesiz şirk, çok büyük bir zulümdür.” (Lokman, 31/13).
İkinci mertebe ise büyük günahlardan uzak durmak ve küçük günahlarda ısrar etmemektir. Necm Sûresi’nde bu ölçü şöyle belirtilir: “Onlar, büyük günahlar ve çirkin fiillerden uzak duranlardır. Küçük hatalar ise bağışlanır.” (Necm, 53/32). Büyük günahların bazıları; faiz, zina, adam öldürme, kumar, sihir, ana-babaya isyan ve Müslümanlara düşmanlık gibi toplumu ifsat eden amellerdir.
Küçük günahlar da önemsenmeli, özellikle ısrardan kaçınılmalıdır. Âl-i İmrân Sûresi’nde bu konuda şöyle buyrulmuştur: “Onlar çirkin bir iş yaptıklarında ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayıp hemen bağışlanma dilerler. Günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir? Onlar, yaptıkları kötü işlerde bile bile ısrar etmezler.” (Âl-i İmrân, 3/135).
Sakınmanın üçüncü mertebesi ise Allah’ı unutturacak her şeyden uzak durmaktır. Çünkü gaflet, kulluk yolunun en büyük engelidir. Bu sebeple Kur’an’da şöyle buyrulmuştur: “Ey iman edenler! Allah’a karşı gereği gibi saygılı olun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 3/102).
Elbette bu hassasiyeti sadece kendimizle sınırlı tutamayız. Eşimiz ve çocuklarımız da bu hassasiyetin bir parçası olmalıdır. Onların geçimliklerini helal yoldan sağlarken, esas hedefimiz onları yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem azabından korumak olmalıdır. Bu, Kur’an’ın bize yüklediği en büyük sorumluluklardan biridir.
Allah Teâlâ bizleri dünyada istikamet üzere olan, ahirette de yüzü ak kullarından eylesin. Hem kendi nefsimizi hem sevdiklerimizi cehennem azabından uzaklaştıran, rahmetine yaklaştıran kullarından kılsın. Âmin.