Kurban Bayramı denince aklımıza gelen ilk şeylerden biri,hiç kuşkusuz kurban ibadeti ve elbette Hz. İbrahim (a.s) ve seçkin ailesidir.

Her Kurban Bayramı’nda, Âl’i İbrahim’i anmak, anlamak ve pek çok yangınımıza, bilhassa aile yangınlarımıza su taşımak, bizler için artık bir tavsiyeden ziyade, büyük bir zarurettir.

Aile içi kopukluklar, iletişimsizlikler, hem ebeveynleri,hem de çocukları/ gençleri çok farklı yerlere savurmakta ve ne yazık ki, olmadık acı sonlara doğru sürüklemekte..

Eğitimler, programlar,psikolojik çıkarımlar, sosyolojik tahliller, ilmi okumalar, kültürel aktarımlar, kişisel gelişime dair çeşit çeşit metotlar...

Hülâsa ne yaparsak yapalım, neye sarılırsak sarılalım,hep bir şeyler yarım ve eksik kalıyor...

O halde ne yapmak gerekir?

Elbette yukarıda saydığımız veya sayamadığımız her vesile/ araç değerlidir, önemlidir..

Ancak, dertlerimize derman olacak, açmazlarımıza,çıkmazlarımıza kapı aralayacak, sorunlarımıza çözüm olacak pek çok çarenin, hayatları aileleri ile birlikte El- Kitapta zikredilen, peygamberlerin hayatlarında olduğunu, özellikle belirtmek gerekir.

Bu güzide ailelerin hayatlarında, zamansal olarak-belli bir tarihe bağlı olmaksızın-göremediğimiz, belki tam anlamıyla idrak edemediğimiz sayısız hikmet, ibret ve öğüt olduğunu da hatırlatmak isteriz.

Elbette tüm bu hazineye, sırtını dönenlerin ve bir zamanların azgın müşrikleri gibi, bunlar “eskilerin masallarıdır” şeklinde yaklaşanların hiçbir nasibi olmayacaktır.

Dolayısıyla, bu ailelerden alacağımız dersler ve hayatlarımıza geçirebileceğimiz nasihatler,onları bağlamaz...

Tüm bu güzellikler, o güzide aileleri kendisine rehber edinenlere nasip olacaktır biiznillah...

Bu bağlamda, Al’i İbrahim ile ilgili önemli bölümü yazmış olalım...

Malumunuz,Hz İbrâhim (a.s.), Cenâb-ı Hak’tan aldığı işaret ile, eşi Hz.Hâcer ve oğlu Hz. İsmâil’i Mekke’ye götürmüş ve onları, Kabe’nin temelleri yakınlarında, tabiri caizse kuş uçmaz,kervan geçmez, tarıma elverişli olmayan,susuz, çorak ve ıssız bir vadiye yerleştirmişti.

Bu meseleyi anlatırken şunu düşünür ve sorgular bir çoğumuz..

Ama içten içe sessizce,gizliden...

Evet Allah’ın emriydi..

Hz.Hacer ile beraber itaat, tevekkül ve teslimiyeti kuşanıp sabrettiler...

Ama Hz.İbrahim, bir baba olarak ve eş olarak hiç zorlanmadı mı?

Öylece arkasını dönüp gitti mi yani? “Umarsızca”...

Elbette böyle olmadı!

Tabiri caizse yanlarından ayrılır ayrılmaz, onlar için düşündüğü eylem planı ve hedefi hazırdı..

Üç boyutlu bir amaç haritası...

İbadetleri-helâlinden yeme- içmeleri ve onları sarıp sarmalayacak,fayda verecek, sosyal çevreleri...

Hepsi vardı burada.

Kısacası bir insanın; afiyetle, huzurla,bereketle kulluğunu yerine getirmesi ve hayatını da, buna paralel bir şekilde selametle sürdürebilmesi için ,ihtiyaç duyacağı her şey...

İşte tüm bunları özetleyen, önce kavli olarak zikredilen, sonra da hayat bulan o dua...

“Rabbimiz! Doğrusu ben zürriyetimden bir kısmını (oğlum İsmâîl ile annesi Hâcer’i), senin Beyt-i Harâm’ının (Kâ’be’nin) yanında, ekinsiz bir vâdiye yerleştirdim; Rabbimiz! Namazı hakkıyla edâ etsinler (sana hakkıyla kulluk etsinler) diye (emrin üzere, böyle yaptım)! Artık (sen) insanlardan bir kısım gönülleri onlara meylettir ve onları mahsûllerden rızıklandır! Umulur ki şükrederler.”

İbrahim, 37

Bu mübarek günlerde,başta ümmetin İbrahimleri ve sonra da ümmetin Hacerlerinin, buradan çıkarılması gereken dersleri , özenle çıkarmasını temenni ediyoruz.

Zira, bilhassa ailelerimiz, çocuklarımız, gençlerimiz hususunda; “neyi çıkarırsak eksik olur veya neyi çıkardık da, bir şeyler ters gitti”, muhasebesini,daha da bir özenle yapacağımız zamanlardan geçiyoruz.

Şükür ile taçlanmış bir ömür için, ifrat ve tefritten uzak, itidal ve istikamet üzere bir yaşantıyı, Rabb’imiz tüm ailelere lutfetsin!

Kurban Bayramımız mübarek olsun...

Ümmetin vahdetine, insanlığın selametine, başta Gazze, Doğu Türkistan olmak üzere, tüm mazlum coğrafyaların hürriyetine vesile olsun...