Bu hafta iki başlık arasında sıkışıp kaldım.

Diğeri de, “AK Partililer! Bu siyonist kuşatmayı yaramıyor musunuz?”

Bu ikinci başlığı atmak zorunda kalmamın nedeni, Başkan Erdoğan’ın, Gazze ve soykırımcı israil hakkında söylediği her sözünü boşa çıkaran kişilerin, kişilerden de öte bir yapının eline geçen ilk fırsatta Siyonist bir duruş sergiliyor olmalarıdır.

Bakıyorsunuz, üç dönem milletvekili yapılmış, yetmemiş, nasıl bulunmaz bir Hint kumaşı ise, üniversiteye rektör de yapılmıştır. ABD’de bile üniversite rektörleri, müktesep hakları olan bütçelerinin Trump tarafından kesiliyor olmasına rağmen israilin soykırımını mahkûm ediyorlarken, bu rektör, öğrencilerinin soykırımı eleştiren programlar yapmalarını engellemekle kalmıyor, Soykırım yanlısı bir duruş sergilemek cüretinde bile bulunabiliyor. Öte yandan AK Parti’nin vekillerinin ve il- ilçe başkanları ile değişik kademelerdeki yöneticilerinin sergiledikleri duruş da ne yazık ki, Siyonist ağırlıklıdır. Bu sözlerimiz bir iddia değil, malumun ilamıdır. İspatı da, AK Partili yetkililerin birçoğunun liderleri Erdoğan’ın Gazzelilerin soylu direnişine ve israilin işlemekte olduğu insanlık suçlarına dair sözlerini kendi sosyal medya hesaplarında paylaşmaktan imtina etmeleri ve bununla birlikte, Siyonist şirketlerin açılışlarını yapan yöneticilerini ihraç etmek yerine sahiplenmeleridir.

Elbette ki, AK Parti’nin tabanının soykırım karşıtlığı nettir. Ancak aynı netliği yöneticilerinde göremiyoruz. Mesela, kendilerinin İstanbul Sözleşmesi politikalarını eleştirdi diye, 81 ilde aynı gün ve saatte Abdurrahman Dilipak’a karşı suç duyurusunda bulunan AK Parti’nin kadın vekilleri ve Kadın Kolları, değil 81 ilde, bir tane ilde bile olsun, israilin soykırımını lanetleyen bir eylem gerçekleştirmedikleri gibi, Siyonist şirketleri ve ürünlerini boykot ettikleri de olmadı. Bizim de içimiz kan ağlayarak, Ak Partililere, “bu Siyonist kuşatmayı yaramıyor musunuz” diye sormamız, bu ciddi sapmalar nedeniyledir.

Ve şimdi gelelim asıl başlığımıza…

Hatırlayınız…

Geçenlerde AB, bazı Orta Asya ülkeleriyle yaptığı bir toplantıda 12 milyar dolarlık bir yardım paketi açıkladı. Tabii, bundan yararlanmanın şartlarından biri, bu yatırımdan yararlanacak olan ülkelerin BM’in ilgili kararı gereği, Türkiye’yi Kıbrıs’ta işgalci güç olarak tanımlamaları idi. Bunun üzerine Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan, hemen Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’ni tanıyıp elçilerini bile atadılar. Bunun üzerine anılan ülkeler eleştirildi ve hatta ihanetle suçlayanlar bile oldu.

Evvela şunu belirtelim ki, Türk Devletleri Teşkilatı’nın kurulmuş olması, bölgesel ve küresel güçlere rağmendir ve müstemleke ülkeler olmaktan kurtulmanın ilk somut adımıdır. Dolayısıyla her türlü takdirin üstündedir. Ancak AB’nin tek bir hamlesi ile görüldü ki, bu teşkilatın bu yapısı ile önüne koyduğu hedefleri Türkçülük, Milliyetçilik ve Turancılık gibi söylemler üzerinden gerçekleştirmesi mümkün değildir. Kaldı ki, bu ilkel düşünceler Türklerin değil, emperyalistlerin Türkler üzerinde egemenlik kurmak için üretip kullandıkları araçlardır ve prangalardır. Ve şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da Türklerin bu zaaflarından azami derecede yararlanacak olanlar, yine Batı’dır ve Batı’nın bölgedeki tetikçisi israildir. Nitekim geçenlerde, dostumuz Osman Atalay da buna işaret etti. israilin Balkanlar’daki açılımına dikkat çeken Atalay, “israilin Türkiye’yi çevreleme stratejisi mi?” diye soruyor. Bu, aynı zamanda bir tespittir de. Çünkü israil, sadece Balkanlar’da değil, diğer müttefikleriyle birlikte Türkiye’nin varlık gösterdiği her yerde aynısını yapıyorlar. Dolayısıyla eğer Türkiye, bunca emeklerinin semeresini almak ve küresel güçlerin kanlı iştahlarını kursaklarında bırakmak istiyorsa, politikalarını Türkçülüğün, Milliyetçiliğin ve Turancılığın ötesine taşımalı ve evrensel değerleri esas almalıdır. Böylece bir giriş yapmış olduk, devam edeceğiz inşallah.