Gazze’de israilin hala yapmakta olduğu soykırım…
Büyük şeytanların başlattıkları Hindistan-Pakistan Savaşı…
Dünyanın dört bir yerinde yapılmakta olan soykırımı telin eylemleri ve Siyonistlerin hükümetler üzerinden bu küresel direnişi akamete uğratma çabaları…
Ama istedim ki, bu yazıda ülkemizdeki barış çabalarını ve bu çabaların ilk semeresinin estirdiği bahar havasını değerlendirelim…
Çünkü Türkiye’nin PKK’ya kendisini tasfiye ettirip silahlarını bıraktırmayı başarması, Kemalizm’in inkâr politikaları nedeniyle yüz yıldır yitirdiğimiz kadim kardeşliğimizi ve toplumsal barışımızı yeniden sağlamamıza kapı araladığı için bir milattır.
Milletimize, bölgemize ve dünyaya hayırlı olsun…
Fakat özlemini duyduğumuz toplumsal barışı sağlayabilmemiz ve bu bağlamda “terörsüz Türkiye” hedefine ulaşmamız için terörün kaynağını da kurutmamız gerekiyor. Ki bu şer kaynağı da bizden aldıkları canların sayısı, PKK’nın aldıklarından katbekat fazla olan Kemalizm’dir!
Ki “barış” dendikçe ve “kardeşlik” dendikçe kinleri ve düşmanlıkları tavan yapanlar da bir bu malum azgın azınlık, bir de kanımızdan beslenenlerdir.
Ancak onlara rağmen seviniyoruz. Çünkü Türkiye, artık hep bir ağızdan “Terörsüz Türkiye” diyor. Seviniyoruz, çünkü Türkiye, artık hep bir ağızdan bin yıllık kadim kardeşliğimizi konuşuyor. Seviniyoruz, çünkü Türkiye, Kemalizm’in hem varlığını inkâr ettiği ve hem de “bölücü” deyip düşman bellediği Kürt’ü bağrına basmanın ve yasakladığı Kürtçe’yi Türkçe gibi görmenin samimi adımlarını atıyor… Ve seviniyoruz, çünkü Türkiye iki baharı birden yaşıyor…
Sorumluluk makamında olup da, inkârcı rejimin kast ettiği toplumsal barışı yeniden tesis etme yolunda çaba gösterenlerin başına neler getirildiğinin hepimiz şahitleriyiz. Meseleye sadece bu açıdan baktığımızda bile, bunun ne kadar büyük, ne kadar kutsal ve ne kadar zor bir görev olduğunu görebiliyoruz.
Bunun içindir ki, yıllar öncesinden Sayın Erdoğan’ın ve şimdi de Sayın Bahçeli’nin kadim kardeşliğimizi adalet ekseninde ihya etme yönünde ortaya koydukları irade ve attıkları adımlar her takdirin üstündedir. Millet de onların bu çabalarını dua ve hayırla anacaktır.
Bu arada, tuttukları yolun yanlış olduğunu nihayet kavrayıp, kısmi bir özeleştiri yapan ve bundan böyle üzerine düşen yükümlülükleri yerine getireceğine dair beyanlarda bulunan Öcalan’ı da şimdiye kadar millete çektirdiklerinden bağımsız olarak takdir ediyoruz. Bu bağlamda bir takdirimiz ve aynı zamanda rahmet ile bir anmamız da, toplumsal barış için aldığı görevi “her nefis ölümü tadacaktır” ve “bizler O’ndan geldik ve O’na döneceğiz” bilinci ile ifa ediyorken, vefat eden Sırrı Süreyya Önder’edir.
Tabii ki, en büyük şükranı ve en çok duayı, evvela hem Cumhuriyetin kurulmasından hemen sonra inkârcı rejimin bir ölüm makinası gibi katlettiği ve hem de onun doğurduğu PKK ve benzeri yapıların katlettikleri yüz binlerce insanımız hak etmektedir.
Sonuç olarak, Terörsüz Türkiye mi istiyoruz? Kemalizm’i ya tasfiye edeceğiz, ya tasfiye edeceğiz. Yüz yıldır fetret dönemi yaşayan kadim Türk- Kürt kardeşliğimizi mi ihya etmek istiyoruz? Kemalizm’i ya tasfiye edeceğiz, ya tasfiye edeceğiz! Çünkü Birinci Dünya Savaşı’nda bizi yenenlerin de hile ve destekleriyle bize egemen kılınan Kemalizm, ırkçı olmanın yanı sıra, inancı nedeniyle toplumun %99’unu da mürteci diye düşman bilmekte ve yüz yıldır bunun gereklerini yapmaktadır. Zaten yüz yıldır dini aidiyet bakımından Müslümanların Müslüman olmayanlarla ve etnik aidiyet bakımından Kürt ve diğer unsurların da Türklerle eşit vatandaşlık haklarına sahip olmayışları Kemalizm’in eseri değil mi?
Öyleyse gelin adalet eksenli kardeşlik yolunda bir olalım, iri olalım ve diri olalım. Ki ülkemizde insanca yaşayabilelim…