Soykırımcı işgal rejimi için artık geri dönüşü olmayan bir yok oluş süreci başlamıştır. Sadece askeri ve diplomatik anlamda değil meşruiyet ve var kalma anlamında da yok oluşu hızlanmaktadır. Bu yok oluş ebedi bir yok oluş...

Çok yakın zamanda işgal rejimi içine kapanık, dışlanmış, dünyanın nefretini üzerine toplamış bir kale kolonyasına dönmek üzere. Sonrasında da ebedi bir yok oluş girdabına.

Bu durumu bilen işgal rejimi adeta zombileşerek salya sümük dört bir yana saldırmakta. Bu saldırıları ve vahşi soykırım canavarlığı işgal rejimini yok etmek için yeter bir neden. Sumud Filosu ise bu yok oluşun çoktan hızlandırıcısı olmuş.

Dikkat edilirse şu ana kadar kırktan fazla ülke bu vahşeti en üst düzeylerde kınarken, birçoğu ilişkilerini dondurdu/durdurdu.

Dünyanın tüm halkları vicdanlarını koyduğu Sumud Filosu gemilerini 7/24 izlemekte ve işgalin vahşi ablukasını kırma kararlılığından asla vazgeçmemekte.

İşgalciler dünyanın birçok yerinde artık derdest edilmekte ve özgür halklar tarafından istenmemektedir.

Üniversiteler, akademik camia bilimsel birlikteliklerini sonlandırırken beklenmedik hızda ekonomik izolasyon da hızlanmakta.

Teknolojik, lojistik ve silah desteklerinde de ciddi bir yaptırıma başlanmış. Sadece Avrupa’da dev şirketlerin en az 200’ü tüm ticari bağlarını koparmış durumda. Özellikle de silah, yazılım ve savaş teknolojisi alanında.

Global çerçevede boykot artık bir dünya kültürü olmuş. Hele özellikle dünyaca tanınmış ünlülerin, işgal rejimi tandanslı tüm yapımcılarla çalışmama kararına katılımların iki günde 4 bin desteğe ulaşması boykotun asırlarca canlı kalacak bir kültür olarak kalacağının kanıtı gibi.

İşgal rejimi küresel çapta net bir şekilde damgalanmaktadır. Bilinen yanlışlar doğrularla yer değiştirmekte. (siyonist stigmatizasyonu)

İşgal rejiminin baş teröristleri bu durumu "israilde kal ve israile dön" propagandası için kullansalar da ne dönüşü başlatabilmişler ne de kaçışı durdurabilmişlerdir.

İşgal rejiminin dışardaki Yahudiler için gün aşırı yaptıkları ikaz ve uyarılar bile işgalcilerin artık kimliklerini gizleme, değiştirme ve kamufle edilme ezikliğine girdiklerini göstermektedir.

İşgal rejimini övmek, desteklemek vb. birlikteliklerin tamamı soykırımı desteklemek manasına gelmektedir. Hatta işgal rejimine karşı somut adım atmamanın bile artık bu anlama geleceğini bilmeyen kalmadı.

Siyasetçiler yerel siyasette ayakta kalabilmek için işgal rejimiyle anılmamak ve onlara karşı tepkili olduğunu belirtmek için adeta sıraya girmiş durumdalar.

Şu ana kadar iktidarların gerçek manada somut adım atmamalarının asıl nedeni korku duvarlarını aşamamışlıktır. Bunu da büyük şeytan Amerika engellemekte.

Bu engelin de aşılmasına ramak kalmış.

Batı devletleri işgal rejimine tepkisizliğin adeta birer intihar olacağını çoktan fark etmiş. Doğu bloku ise uyanmak ve kendisi olmak uğraşında.

Uluslararası tüm kurum ve kuruluşlar yıkılmaya yüz tutmuş bu vahşi işgalcilerden nefret ediyor ve bir an önce yok olup gitmelerini istiyor.

İşgalciler damgalanmakta ve işgal rejiminin çöküşü hızlanmakta.

İşte bu olup bitenlerin tamamı 7 Ekim İzzet Tufanıyla başladı ve Gazze halkının destansı sabrıyla, teslimiyetiyle devam etmekte.

Evet, bu çöküş süreci, İzzettin El Kassam Tugaylarının dağ gibi mücahidlerinin eliyle başlamıştır. O öpülesi eller ile...