“Bazen bütün memleketi birkaç adamın vefası temsil eder.”
— Peyami Safa

27 Aralık...
Bir garibin ölümü,

bir fukaranın cenazesi…
O gün Mehmet Âkif’i anlatıyordu bu sessizlik.

Yakın dostu Eşref Edip tarihe geçen sözleriyle her şeyi özetlemişti:

“Onu sağlığında da, ölümünde de yalnız bıraktılar.
Cenazesinde devlet yoktu; millet vardı.
Resmî makamlar unuttu, ama gençler omuzlarında taşıdı.”

Ne tören, ne merasim, ne de vefa...
Oysa bir milletin vicdanı gidiyordu.
Gazetelerde kuru bir satır,

şehirde utanç dolu bir sessizlik...

Belki kader öyle tecelli etti.
Resmiyet sustu;

belki de Yaradan’ın hikmetiydi —
hikmetinden sual olunmaz.

O, kelimeleriyle milleti inşa eden bir ruhtu.
Milletin acısını yazarken kaleminden kan damlıyordu.
İnancıyla yoğurdu o acıyı, duasıyla büyüttü.

Ama o gün millet değil,

insanlık utandı.
Bir milletin şairine gösterilen ilgisizlik,
vicdanımıza tutulan bir aynaydı.

Tarih yazdı:
Mehmet Âkif Ersoy’un ölümü,

bir garibin ölümüydü.

Eşref Edip, devrinin gerçeğini tek cümleyle özetler:

“O, devrinin ideolojisine uymadı; o yüzden dışlandı.
Fakat tarih, kimin haklı olduğunu gösterdi.”

Bugün kürsülerde “millî değerler”,

“vatan sevgisi” nutukları atılıyor.
Bayrak elden ele ama ruh kayıp.
Millet şiirini anıyor; şairine hâlâ yabancı.

“Millî” diyorlar...
Ama o marşın şairine ölümünde bile kapılar kapalıydı.
“Ecdad” diyorlar...
Ama ecdadın en sahici sesi susturuldu, unutuldu.

Bugün resmî söylem Âkif’i yüceltiyor;
ama dün onun mezarını gölgeye itmişti.
İroni ağır, tarih susmuyor.

Bir yanda “millî kimlik” nutukları,
öte yanda o kimliği yazan adama yapılan sessizlik.
Aslında yitirdiğimiz şey Âkif değil — onun davası.

İstiklâl Marşı’nı ezberledik,
ama anlamını kaybettik.

Bir garip adam gömüldü o gün;
onunla birlikte resmiyetin sahiciliği de.

Kimse gücenmesin;
başkaları gibi “ne nalına ne mıhına” davranmayacağım.
Bu tarih, o suskunluğu affeder mi?

Mekânı cennet, hatırası rahmet olsun.
Kalın sağlıcakla.