Bu satırları yazarken ne kadar zorlanıyorsam, eminim ki, sizler de okurken o kadar zorlanıyorsunuz.
Ama son iki yıldır bütün çıplaklığıyla yaşadığımız gerçeğimiz bu...
Kimisi lider, kimisi tüccar, kimisi din adamı, akademisyen, gazeteci ve kimisi müşteri olarak, ama toplamda sayıları yüz milyonları bulan Müslüman, ne yazık ki, soykırımcının yanındadır.
İslam'ın tarihini az çok bilenler, bu ve benzeri sapmaların yeni olmadığını da bilirler. Bu sapmalar, bazen bazı Müslüman toplulukların birbiriyle savaşmaları ve bazen de şimdi şahit olduğumuz gibi bazı Müslümanların kafir ve dahi soykırımcı işgalci rejimin yanında yer alması şeklinde olabiliyor.
Bu gibi sapmalara şahit olan diğer Müslümanların nasıl bir yol izlemeleri gerektiği de Kur’an'da açıkça belirtilmiştir. Örneğin, "emr-i bil maruf ve nahy anil-munker" ve "iki mümin topluluk birbiriyle savaştığında aralarına girip adil bir şekilde barıştırmak ve barışa yanaşmayan taraf olursa, ona karşı diğer tarafta savaşa girmek", bu görevlerden sadece iki tanesidir.
Bizim de burada yapmaya çalıştığımız, gerek bir Devlet Başkanı sıfatıyla diplomatik ve ticari ilişkilerinin yanı sıra soykırımcıya doğrudan veya dolaylı istihbarat sağlıyor olsunlar, gerek iş insani- tüccar olarak ve gerekse din adamı, gazeteci, akademisyen vb. konumlarıyla soykırımcının yanında olsunlar, kendilerini hikmet ve güzel söz ile uyarmaktır. Ki bu, onların üstümüzdeki haklarıdır.
Burada aklımıza gelen ilk soru şudur: Bu Müslümanlar, cebren mi yani kendilerine yapılan dayatmalar sonucunda mı bu insanlık suçlarının ortağı oluyorlar, yoksa gönüllü olarak mı? Görebildiğimiz, dünyevi çıkarlarını önceledikleri içindir.
Düşünün ki, bir devlet başkanısınız ve şimdiye kadar altı adet atom bombası şiddetindeki patlayıcılar, sizin ihraç ettiğiniz petrol ile çalışan uçaklarla, gemilerle ve envai çeşit araçlarla atılıyor... Düşünün ki, devlet olarak, hükümet olarak ve milletvekilleri olarak bazı vatandaşlarınızın gidip Gazze'de soykırım yapmalarına izin veriyorsunuz... Düşünün ki, sattığınız veya aldığınız ürün bir iğne bile olsa, soykırıma bir katkıdır. Düşünün ki, din adamı, akademisyen, gazeteci vb. konumlarınızı soykırımcıların lehine kullanıyorsunuz. Bütün bu hallerde sizler de suç ortağı olmuyor musunuz?
Burada kendimizi muaf tuttuğumuz anlaşılmasın. Şunu bilmeliyiz ki: Türkiye'de veya diğer ülkelerde, yönetenleriyle ve yönetilenleriyle birlikte, her birimiz sorumluluklarımızı yerine getirmediğimiz ölçüde bu zulümlerde suç ortağıyız.
Sonuç olarak burada yapmaya çalıştığımız şey, şu veya bu eylemleriyle hala işgalci İsrail rejiminin yanında olan din kardeşlerimizi uyarmaktır. Kaldı ki, bu anlattıklarımızın hiç biri bilmediğiniz şeyler değil. Dolayısıyla bizimkisi, üzerimizdeki haklarınızdan olan uyarı görevimizi yerine getirmektir. İşte bu bilinçle diyoruz ki: Ey Soykırımcıya verdiği destekle kardeşlerinin parçalanan vücutlarını bir film tadında izleyecek kadar vicdanları kurumuş ve çıkarlarının esiri olmuş Müslüman kardeşlerimiz! Yoksa sizler, Gazze için attığınız nutuklarınızın hac, umre, zekat, sadaka ve namaz gibi ibadetlerinizin işgalcilere yaptığınız desteğin kefareti olacağını mı sanıyorsunuz?
Mazlumların yanında savaşmamanızın bir mazereti belki olabilir, ama katillerin yanında olmanın zalimlerden öte bir adı ve anlamı var mı?
Duamız ve çağrımız, "keşke" demenizin sizi ebedi azaptan kurtaramayacağı soykırım yanlısı eylemlerinizi bırakıp hakkın, adaletin ve mazlumların yanında yer almanızdır.