“Bir kısım insanlar, müminlere: «Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan!» dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve «Allah bize yeter. O ne güzel vekîldir!» dediler.” (Ali İmran: 173)

Yemen, yaklaşık 35 milyon nüfusuyla dünyanın en çok fakru zaruret içinde olan ülkelerindendir. Açlıktan ölen çocukların haberlerinin yapıldığı yer olarak kalmıştır hızla unutan zihinlerimizde. Orada beş yaş altı, iki milyonun üstünde çocuk beslenemediği için tedaviye ihtiyaç duyuyor. Bu çocukların önemli bir oranı hayati tehlike yaşıyor! Buna rağmen, oldukça medeni olan dünyanın(!) ambargosu altında eziliyor. Yani (Dünyanın diğer bölgelerinde olduğu gibi) açlığın ve sefaletin sebebi doğal şartlar veya ülkenin gelir kaynaklarına sahip olmaması değildir. Mesele siyasidir, daha açık ifadeyle (sadece cisim benzerliği nedeniyle) insanidir(!) Maalesef…

Ülke, şeytani bir bilinçle çizilmiş planların uygulamaya sokulduğu yerlerdendir. Ambargolarla beraber, kendi halkından ve inancından nefret eden, ancak Batılıların çizdiği çizgiler üzerinde yürüyebilen aptal uşakların zalimce saldırılarına maruz kalıyor. Fitne-fesat oyunlarının kuklası olmayı kabullenen, aynı evin içindeki aynı renkte olanlar, aynı yöne yönelip, yaratıcıları karşısında aynı ritüellerle baş eğenler, iç savaşlarla sadece düşmanlarını sevindiriyorlar. Maalesef…

Öbür taraftaysa Dünya'nın en obez ülkesi var. Kendisine “Süper Güç” deniliyormuş! “Tüm dünyanın sahip olduğundan daha çok silahı var” diyorlar. Üstelik kocaman kocaman bombalarla, en modern teknolojiler onun emrinde diye biliyorlar. Yeryüzü yetmiyormuş ona, bir de uzaydan bakıyormuş gözleri! Maalesef…

Ufff, ne korku dalgaları yayar bu. Ne titrek vücutları boğazından yakalar, ne hak feryatları daha gırtlaktayken boğar bu manzara. Bir B-2, bir F-22 sesi göğü yarsın, bir Tomahawk patlasın, ne başlar Kâbe'den dönüp Batı’ya doğru eğilmeye başlar. Üstelik bu büyüklüğüne rağmen içinde herhangi bir iç savaş yoktur. Yapayalnız da değildir. Kendisi yetmiyor ya, güçlü müttefikleri de var. Maalesef…

Utanır insan. Yani böyle bir duygusu da vardır insanın. Ama nadir görülür. Maalesef!

Dünyanın güya süper gücü, diğer oldukça güçlü güçlerle, gücünü birleştirmiş, dünyanın en fakir, iç savaşlarla gücü paramparça olmuş ülkelerinden birini bombalıyor. Utanmıyor. Bombalarken de yiğitlik naraları atıyor. Utanmıyor. Bir golf sahasında eğlenirken, ağzını burnunu bükerek, ukalaca “ o fakir ülkenin üzerine “cehennem yağdırmaktan” bahsediyor. Utanmıyor. O çocukların açlığını, yağdırılan o kocaman bombalar doyurur mu sorusu bugün insanlığın konusu değil ama ben bu manzara karşısında mensubu olduğum ümmetimin utanmıyor oluşunu anlamıyorum, anlamıyorum anlamıyorum! Hiçbir zaman anlamayacağım, zaten anlamak da istemiyorum. Maalesef…

Meğer “şakası yokmuş”, “cehennem yağdıracakmış”, saldırılar “Uluslararası hukuka da uygunmuş!” çünkü dünyanın en aç ülkelerinden birinin yanından geçen ve Batı'nın kilerlerini tıka basa dolduran ticaret gemilerine, yani “uluslararası ticarete saldırı” varmış mış!”. Hayretler içinde kalmamak mümkün değil. Maalesef…

Konumuz, savaşların yüzde sekseninin insan psikolojisini yönetmek üzerinden yürütüldüğü olacaktı.

Güzel ahlâkı tamamlayan Peygamberimizin: “Bir aylık mesafeden (düşmanımın benden) korkması ile yardım olundum” (Buhari, Teyemmüm, 1) hadisini işleyecek ve mevcut zilletimizin nedenini bu hadis üzerinden anlamaya çalışacaktık. En son kalplere korku yaymak isteyen müptezel şeytancıklara karşı, inanmışların korkusuzluğunu, yani; “Allah bize yeter. O ne güzel vekîldir!” virdini dile getirecektik.

Ama utancımız bizi başka ufuklara doğru sürükledi. Olsun, utanmak da bir çeşit tövbedir çünkü.