Ey iman edenler! İman edin, emrolunduğunuz gibi dosdoğru olun. Bilmez misiniz ki Allah gizlediğinizi de açığa vurduklarınızı da elbette hakkıyla biliyor. Tüm yaptıklarınızdan haberdardır. Yaşamınızda Allah’a ortaklara, otoritelere yer vermeyin, şirk koşmayın. Kutsadıklarınızı Allah’a ortaklar kılmayın. Kutsallarınızdan yeni putlar icat etmeyin.

Adil olun. Çünkü adaletle emrolundunuz. Kimden gelirse gelsin, yakınlarınız, sevdikleriniz bile olsa zulme rıza göstermeyin. Kim olursa olsun, mazluma seyirci kalmayın. Mazlumun dini sorulmaz.

Müslüman olduk demekle bırakılıverileceğinizi mi sandınız? Müslümanlık sıfır noktasıdır. Üst dereceleri ve alt derekeleri vardır. Müslüman; Mümin, Muvahhit, Mücahit, Kur’an-ı Kerim’in deyişiyle ta Mukarrebun (Allah’a en yakın ) burçlarına kadar yükselebileceği gibi; benzer şekilde Müslüman; fâsık, facir, hatta münafık derekelerine kadar da düşebilir. Kendiniz için istediğinizi mümin kardeşiniz için de istemedikçe imanınız eksik kalır. İnsanlardan nasıl muamele görmek istiyorsanız, siz de insanlara o şekil davranın. Tersi de doğrudur.

İman güven demektir. Siz tam güvenmiyorsunuz. İspatı şudur:

Allah’u Tealâ Kur`an-ı Kerim’inde ÜÇ HUSUS`u çok kesin, açık ve net ifadelerle üzerine alıyor. Kefil oluyor. Müslümanın bu konuda kendisine güvenmesini, mutmain olmasını istiyor. Gelin görün ki, Allah azze ve celle`nin bu açık kefaletine rağmen sizin en fazla tereddüt, sıkıntı yaşadıklarınız da bu üç husustur: Ölüm, rızık ve zarara uğrama (musibet).

1- Rabbiniz “Allah`ın izni olmadan hiçbir nefse ölüm yoktur. O süresi belirlenmiş bir yazgıdır. (Al-i İmran / 145) derken, siz ölümden ve onunla ilişkilendirdiğiniz her şeyden korktunuz. Hatta bazınız Allah’tan korkmaktan daha fazla onlardan korktu. Oysa rabbinizden hakkıyla korkmanız gerekmiyor muydu?

2- Rabbiniz Yeryüzünde debelenen (hareket eden) hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah`a ait olmasın. (Hud / 6) derken, siz rızık endişesiyle titreyip durmadınız mı? Yaşam gayeniz, varlık sebebiniz, Allah azze ve celle’ye kulluk, ibadet iken siz bunları rızık korkusuyla ötelemediniz mi? Dünyaya ve dünyalığa dengesiz ve orantısız bir şekilde dalmadınız mı?

3- Rabbiniz De ki; Allah`ın (cc) bize yazdığından başkası başımıza gelmez. O bizim Mevla’mızdır. İnsanlar Allah`a güvensin.” (Tevbe / 51) derken, ne kadar güvendiniz? En küçük bir sınamada bile “Bu bana nereden geldi?”, “Bula bula beni mi buldu?” evhamlarıyla didişip durmadınız mı? Hatta “bana bir şey olmasın” “bana bir şey gelmesin” diye pek çok asli vazife ve vecibelerinizi terk etmediniz mi?

Tabi yanlış yerde konumlanıp, doğru uygulama beklemek de bu tereddüt ve tutarsızlığın kaynağıdır. İlahi dairede yuva kuran, ilahi yardıma da mazhar olur. Bu yüzden Rabbimiz sesleniyor ve buyuruyor “Ey iman edenler, iman ediniz.” Daha da önemlisi:

“Ey iman edenler, siz kendi nefsinize bakınız. Siz hidayete erdikten sonra dalalete düşenler size bir zarar veremezler.” (Maide / 105)

Hiç olmazsa Mübarek Ramazan gibi böyle süreçlerde kendimizi, ehlimizi, İslam âlemini, insanlığı gözden geçirme ihtiyacı duymalıyız. Ne yapıyoruz… Ne durumdayız… Nerede duruyoruz… Ne konumdayız?

Özellikle konumlandığımız koordinatlarda, tavır ve duruşumuz çok önemlidir. Duracağımız yer İslam dairesinin dışına taşmamalıdır. Bu açıdan Kur`an-ı Kerim`den birkaç ayet penceresi açıp buradan bakma arzusu oluştu. Tefsir mahiyetinde değil, belki terazi mahiyetinde değerlendirilmesi daha iyi olacak.

1- “...Ve insanlardan öyleleri vardır ki, Allah`tan başkalarını Allah`a eşdeğer emsal edinirler. Onları Allah`ı sever gibi severler. Mü`minlerin ise Allah`a muhabbetleri daha ziyadedir...” (Bakara / 165)

2- “O kimseleri görmez misin ki, onlara: “Ellerinizi çekiniz ve namaz kılınız, zekat veriniz” denilmişti. Vaktaki üzerlerine cihad yazıldı, o zaman içlerinden birtakımı, Allah’u Tealâ`dan korkarcasına veya daha fazla insanlardan korkar oldular. Ve onlar: “Ey Rabbimiz! Ne için üzerimize cihadı yazdın? Ne olurdu bizi yakın bir döneme kadar erteleseydin.” dediler. De ki; Dünyanın faydası pek azdır. Ahiret ise muttaki olanlar için elbette hayırlıdır. Ve siz kıl kadar zulme uğramayacaksınız.” (Nisa / 77)

Evet... “Allah`ı sever gibi veya daha fazla Allah`tan gayrıyı sevmek. Allah`tan korkar gibi veya daha fazla Allah`tan başkasından korkmak...” Sevgi ve korku... İlişkilerimizin gelişiminde iki duygu ve durum… Hayat alanında adeta iki koordinat… Hayattaki konumumuzu asıl belirleyen Allah sevgisi (Muhabbetullah) ve Allah korkusu (Takva)dur. Bu durum Kur`an`a göre ayarlanmazsa yanlış konumlanma kaçınılmaz olur.

Peygamber Efendimiz (sav): “Rabbim, dünya sevgisinden ve ölüm korkusundan sana sığınırım” diye dua ederdi. Çünkü Dünya sevgisi bütün sevgilerin (mal, makam, şehvet, benlik vs.) başı ve kutusudur.

Ölüm korkusu ise aslında tüm korkuların bileşkesi ve bahçesidir. Bütün korkular incelenip izlendiğinde oraya çıkar.

Elbette sevgi ve korku, hayatın gerçekleri hatta belli bir noktaya kadar, hayatın gereklilikleridir. Ama bu noktanın tayini önemlidir. Bu nokta; sevginin, Allah sevgisinin önüne geçmemesi, korkunun da Allah korkusunun üstüne çıkmamasıdır.

Bu gerçek kavrandıktan sonra (sevgi ve korku koordinatlarının tespiti ve ona göre konumlanma) pek çok sorun kendiliğinden çözülür. Şöyle de söyleyebiliriz: Bu gerçek tam olarak algılanmadığından yahut tam inanılmadığından, (tam iman edilmediğinden) bugünkü sorunlar sarmalı oluştu. Yanlış anlaşılmasın -haşa- iman yargılaması yapılmıyor burada. Rabbimiz de Kur`an-ı Kerim`de “Ey iman edenler, iman ediniz” buyuruyor.

Yani; ey müminler, Müslümanlar, imanınızın gereğince yaşayın buyuruyor. “Rabbinizden nasıl korkulması -sakınılması- gerekiyorsa öylece korkun” buyuruyor. Yani “İman ediniz!” hitabı sadece kafirlere değildir.

Mü`minlerin de bu konuda sorunları olabilir. Bu noktada bazen “biliyor olmak ile iman etmek / inanmak” birbirine karıştırılıyor. Amil bir Alim`in bu konuda önemli bir tespiti var. Der ki; “İnsan, bir ölünün fiziki olarak, hiçbir zarar veremeyeceğini bilir. Ama o ölü ile veya bir kabristanda bir gece geçirmesi istenilse yapamaz. Çünkü biliyor olduğu şeye tam inanmamıştır.”

Günümüz İslam âleminin bildiklerine inanmama, o yüzden de pratiğine fazla yanaşmama gibi bir sorunu vardır. Bu sorunun aşılması için Rabbimizin “Ey iman edenler hakkıyla iman ediniz” buyruğuna yeniden “Lebbeyk, amenna we saddekna” diyebilmeliyiz.

Mübarek Ramazan’ın, içindeki Kadir gecesinin kulluk şuurumuzun gelişmesi ve iki dünya saadetine vesile olması duası ile…