Enaniyetin, bencilliğin ve bireyselliğin olabildiğince şişirildiği, pohpohlandığı ve putlaştırıldığı, adeta her bir bireyin kendini dev aynasında gördüğü garip bir zamandayız.” En iyisini, en mükemmelini en lüksünü ben hak ediyorum, eğer böyle düşünmüyorsam kendimle alakalı bir sorunum var, benlik algım yanlış oturmuş demektir" diye diye adeta nefsin kutsandığı bir çağdayız. Dünyanın merkezinde sadece benlik var ve hayatın anlamı onun üzerine inşa ediliyor. Bu benlik algısı kişinin kendini ve varlık mahiyetini bilmesi yani özünü hakkaniyetli bir keşif ile tanımak falan değil. Kulun değerinin Allah'ın kulu ve halifesi olmasından kaynaklandığı, yaradılanın Yaradandan ötürü kıymet kazanması da kastedilmiyor bu popüler anlatımlardan.
Bu, fıtrata tamamen zıt bir anlayış olan egonun şişirilmesi ile oluşturulan bir tanımdır. Olabildiğine haşin, bencil, kibirli ve küstahlık vasıfları ile donatılan ego insanı, önüne çıkanı vurup devirecek bir buldozer gibi programlanıyor. Tahammülsüzlük ve başkalarının acılarına Fransız kalmak, ilişkilerinde yüzeysel ve menfaat odaklı olmakla beraber eleştiri ve kusur kabul etmez bir yapıda yetiştiriliyor ego kişisi. Üstenci bir edayla her şeyin en iyisini ve doğrusunu bildiğini iddia ediyor. Prens ve prenses psikolojisi ile kalıplaşmış insanlar devamlı bir çatışma ve kavgalı ruh içinde bulunuyorlar.
Her sözü ve her kıpırdayışı aleyhlerinde sanmaları sebebiyle devamlı gergin ve huzursuzdurlar. Klavye üzerinden yazdıkları cümleler adeta birer silah olarak kullanılıp var olan ilişkilerini de oradan yerle bir ediyorlar. Başkalarının onları kıskandığını ve çekemediğini, artık kimseye eyvallah demeyeceklerini, hak etmeyene değer vermeyeceklerini dize dize döktürmekten usanmıyorlar bir türlü. Her hak ve hukuku kendi elleriyle bizzat bu dünyada almaya kararlı olan ego insanları ahiretteki hesabı çok uzak görüyor olmalı.
Yüzyıllardır içinden çıktıkları toplumun inşasına hiçbir katkı sağlamayan sözde filozof ve düşünürlerin fikirleri ile harmanlanmış ve katılaşmış zihinlerin ürünü olan günümüz kendilik anlayışı ile çizilen benlik sınırları insaniyetten hayli uzak bir yerde konuşlandırılmıştır. İslam'ın cemaate ve birlik-beraberliğe verdiği ehemmiyet ortadayken, Allah'ın insanları kardeş olmaya, af edici olmaya, paylaşmaya çağırdığı onlarca ayet ortadayken, sözde düşünürlerin fikirlerinin şekillendirdiği tanım ve kalıplara kişilik tanımını sıkıştırmak cehaletten başka nedir? İnsanlar arasında sevgi, saygı, merhamet, güven, karşılıksız iyilikte bulunma gibi erdemli davranışları emreden inancımıza kulak vermiş olsak hakkaniyetle, bugün aile ve toplum bazında yaşanan derin çatışma ve huzursuzluklar zaten yaşanmayacaktır. Aileden ve toplumdan kopardıkları fertleri bu sefer kendileriyle de çatışacak bir ruh haline büründürüp tamamen yalnızlaştırıyorlar.
Allah'ın rızasının kulların rızasına ve onlara yapılan hizmete bağlı olduğunu bilsek zaten prim vermezdik ego satıcılarına.
İnsanların kibirden kalıpları kalplerine geçirdikleri bu demde kalplere ulaşmak zor olduğundan ben kendi nefsime sesleniyorum: Sevgili kendim! Sakın Allah’ın aciz, fakir ve pür kusurlu olmakla beraber binlerce ihtiyaçların ile O'nun sonsuz kudretine ve rahmetine muhtaç olduğunu unutma! Enaniyet ve bencilliği, kendini kutsamayı ve büyük görmeyi bırak. Bedenin ve sana verilen her şey birer emanettir ve geri alınacak. Ey nefsim! Sana ne oluyor ki Allah’a karşı sonsuz hadsizlik ve kusurlarına rağmen yine de sana nimet verip af kapısını kapatmadığı halde sen insanlara karşı bu denli haşinsin. Zira nefis övgü ve alkıştan beslenir. Gece gündüz Yaradanı öv ki rızasına erebilesin. Sevgili kendim af edici ol, yumuşak ve hilm sana daha çok yakışır. Ey daima kendini temize çıkaran kendim, sakın popüler kültüre kanıp yoldan çıkma. Mağrur olma ey kendim, Allah var. Sen kulsun!