Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 80. toplantısını yaptı.
Hemen hemen herkes oradaydı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, sesi kısılmak istenen dediği Filistin yoktu.
Bir de hiç kimsenin dile getirmediği Kürtler yoktu.
Genel Kurul vesilesi ile Erdoğan-Trump görüşmesi de gerçekleşti.
Görüşme üzerinden ifrat ve tefrit babından fırtınalar kopartılıyor.
Muhalifler, Erdoğan’ın eli boş döndüğünü, gelecek seçimde tekrar iktidara gelebilmek için sadece ve sadece “Meşruiyet” kazandığını söylüyorlar.
Yine muhalifler; elde edilen meşruiyete karşılık Türkiye’nin çok ödün verdiğini beyan ediyorlar. Örneğin; Erdoğan’ın ABD’den; doğalgaz alacağı, bazı ek vergileri kaldırdığı, Boing uçak alımlarını yapacağı ve Türkiye’deki Heybeliada Ruhban Okulu’nu açacağı hususları gündem ediliyor.
Erdoğan yanlısı medya ise bu iddiaların tam tersini söylüyor. Trump’un gösterdiği misafirperverlik babından Erdoğan’ın sandalyesini geri çektiği, İslam ülkeleri ile yapılan toplantıda yanında oturttuğu ve bu vesile ile Türkiye’nin lider ülke konumuna yükseldiği konuları ön plana çıkartılıyor.
Bilindiği üzere; Türkiye ile ABD ilişkileri Rahip Brunson’dan sonra inişli bir seyir izlemiş, Biden zamanında iyice soğumuştu. S-400’lerin Rusya’dan alınması, Türkiye’nin F-35 programından çıkarılması, FETÖ’nün ABD’de konuşlandırılması ve 15 Temmuz’un buradan organize edilmesi, Suriye’de dolaysız olarak PYD’ye dolaylı olarak PKK’ya yapılan yardımlar, bir çırpıda sayabileceğimiz sorunları teşkil etmektedirler.
Bu görüşmeden sonra soğuyan ilişkilerin tekrar ısındığı, yürütülen denge politikası gereği Rusya ile iyice geliştirilen ilişkilerin bundan böyle ABD ile geliştirileceği, Türkiye’nin Ortadoğu’da daha bir söz sahibi olacağı, özelikle Suriye’nin Türkiye açısından kırmızı çizgi olmaya devam edeceğini tahmin edebiliriz.
Ancak benim esas takıldığım konu başka. Bilindiği üzere Kürt meselesinin bu denli çetrefilli bir hal almasının esas müsebbipleri özelikle İngiltere ve bilumum Batılı devletlerdir.
Birinci Dünya Savaşını müteakip, istenseydi İngiltere ve Fransa ve dahi sonradan ABD, dört adet Kürdistan kurdurabilirlerdi. Ama onlar dört adet Kürdistan kurmak yerine, Kürtleri dörde bölmeyi çıkarları açısından daha reel gördüler.
Çünkü kaşıyacakları bir sorun bırakmaları; Türkiye, İran, Suriye ve Irak’ın hizaya getirilmek istendiğinde, yumuşak karın diye tabir edilen bölgelerin ellerinde olması demekti.
Kürtler ise Şeyh Sait’ten sonra meselenin esas müsebbiplerine; ABD ve Batılı devletler ile SSCB’ye (Rusya) dayanarak, reel politik denge siyaseti güttüler. Halbuki yardım istenen bu emperyalist devletlerin her birisinin kendilerine ait ajandaları vardı ve kuzuları yemekten başka dertleri olmayan kurtlar pozisyonunda idiler.
Onun için her seferinde, pazarlık masalarında ilk satılan veya gözden çıkarılanlar Kürtler oldu. Şöyle yakın tarihimize bir göz atın. Emperyalistlere güvenerek iş tutan Kürtlerin, günün sonunda hep satıldığını, terk edildiğini, unutulduğunu görmekteyiz.
Teşhis:
Kürt meselesinde esas problem bizatihi ABD, İngiltere, Rusya, Fransa gibi bilumum Batılı devletler, yani emperyalistlerdir.
Tedavi:
Kürtler bu emperyalist devletlerden uzak durmalı ve özüne, yani aslına dönmelidirler.
Emperyalistlere, reel politik denge siyaseti deyip yaklaşmak ve onları memnun etmek için değerlerimizden feragat etmek bir fayda sağlamıyorsa o zaman fabrika ayarlarımıza dönmenin vakti gelmiştir.
Kürtler, diğer milletler gibi bir millettirler ve dahi Müslümandırlar.