Cumhurbaşkanından muhalefete, gazeteciden işadamına kadar herkes kullanıyor bu kelimeleri.
Bu kelimeler kullanıldığında artık hukukun, yargının, inançların bir anlamı kalmıyor.
Önce tanımını yapmaya çalışalım 'kamu vicdanı' denen şeyin sonra meramımızı anlatırız inşallah.
Kamu, halkı ifade eder. Vicdan ise yanlış ve doğruyu bildiren iç ses, insanî tepkidir.
Şimdi bu tanımlar ile söylenenleri yan yana getirdiğimizde garip çelişkiler çıkıyor ortaya.
Bakın size iki örnek anlatacağım:
Ocak ayında 102. Maddeden tahliyeler oldu. Çok kişi faydalandı bu düzenlemeden; ama medya ve siyaset ısrarla Hizbullah mensuplarını gündeme taşıdı.
İddialar, iftiralar, senaryolar gerçekmiş gibi sunuldu.
'Kamu' denilen halk kesimi manipülasyonla esir alındı ve medya terörü kullanılarak 'Vicdan'lar yönlendirildi.
Kanunları çıkaranlar kendileriydi.
Senaryoları oluşturanlar da suçlamalardaki iddiaları gerçekmiş gibi sunanlar da, brifinglerle yargıyı yönlendirenler de onlardı.
Dünyada örneği sadece israil`de rastlanabilecek olan uzun yargılamalarla sürekli Avrupa insan hakları mahkemelerinde mahkum olan ve bir çözüm bulmak isteyenler de onlardı.
'On yıl' dediler.
Hedefleri on yılda mahkemeleri bitirmek idi.
Ama olmuyordu işte. Mızrak çuvala sığmıyordu bir türlü. Suçlama belgeleri savunmadan gizleniyordu. İddialar iddia olmanın ötesine geçmiyordu. Delil yoktu.
Yıllar geçiyor; ama mahkemeler bitmiyordu bir türlü.
On yıl dolunca tutuksuz yargılama süreci başladı.
Tahliyeler gerçekleşti.
Ve bir medya terörü başladı. Sağdan, soldan, merkezden, dindardan, dinsizden…
Herkes bu teröre bulaştı bir yerinden. İçlerine sindiremiyorlardı.
Cumhurbaşkanı, hükümet sözcüsü, muhalefet, medya hep birden saldırıyordu.
'Kamu vicdanı' diyorlardı.
Hukuk bitmiş, evrensel normlar bitmiş, anayasa bitmiş, kanun bitmişti.
'Kamu vicdanı' zedelenmişti ve onarılması gerekiyordu.
Abdullah Gül`ün açıklamalarını talimat kabul eden polis ve savcılık harekete geçti.
On bir yıl cezaevinde kaldıktan sonra çıkan Hacı İnan, on gün içinde örgüt kurup yönetmekle suçlandı.
Suçlama komikti, operasyon hukuksuzdu; ama kamu vicdanı rahatlamıştı.
Altı ay sonra hazırlanan iddianamede suçlama 'örgüt üyeliğine' düşürüldü. Mızrağı çuvala sığdırma kaygısıydı, başka değil.
Zulüm tamamlanmış, medya teröründen beslenen vicdanlar rahatlamıştı.
Böyle geldik 12 Haziran seçimlerine.
CHP, MHP ve BDP siyaseti cezaevinden Meclise tüneller açarak kullanmaya çalıştı.
Kanunlar vardı ve yargıçlar o kanunları esas alarak tünelin önünü kapattı.
Yanlış anlaşılmasın, yargıçların doğru yaptığını düşünmüyorum; ama kanunlar bunu gerektiriyordu.
Yine bir medya terörü başladı.
Halk iradesine saldırıdan yargının siyasallaşmasına kadar çok şey söylendi.
Laf arasında 'Tamam kanunlar böyle, ama ya yaralanan kamu vicdanı' dediler.
Türkiye`de kamu vicdanı medya terörü ile şekilleniyordu ya!
İşte yine medya kamu vicdanını uyandırmıştı.
Kanunlar onlarındı, yargı onlarındı; ama kamu vicdanı hesaba katılmalıydı.
Hükümet, 'Meclise gelin bir şeyler yapalım' demeye getiriyordu; ama teskin olmuyorlardı.
Kanunlar herkese uygulanamazdı demek ki.
Demek ki bu ülkede hukukun üstünlüğü değil, üstünlerin hukuku geçerliydi.
Kılıçdaroğlu, işlenen hukuk cinayetlerini görmezden gelerek yargının Hizbullah tahliyelerinde gösterdiği tutumu şimdi göstermediğini iddia ediyordu.
Yargı utangaç bir eda ile 'Kanunları değiştirin biz de uyalım' demek istiyordu.
Ya da kaldırın her şeyi.
Ne gerek var kanunlara. 'Kamu vicdanı' denen bir ucube var ya…
Her şeyi kamu vicdanı ile halledelim olsun bitsin.
Medya, siyaset ve sermaye görüş belirtsin, yargı karar versin.
Daha dürüst bir tavır olur.