Gazze’ye insani koridor açılması, yaşanan insani dramın duyurulması amacıyla mitingler düzenleniyor, çağrılar yapılıyor.

Yaşadıklarımız, bu insani taleplerin, siyonizmin sahip olduğu değerler dünyasında bir anlam ifade etmediğini net olarak ortaya koydu.

Bir miting afişinde dile getirildiği gibi ‘binlerce kınamanın bir kurşun etmediğini’ gördük.

Kuduzda son evreye gelmiş bu vahşi yaratıklara karşı yapılacak tek şey itlaftır.

Siyonizmin sürdüğü tarlalarda semirenler de, işbirlikçiler de, tahtlarının derdine düşmüş emirler de, ulusal çıkarları, küresel dengeleri gözettiğini iddia edenler de öyle görünüyor ki, Gazze’de nefes alan son canlının da nefesinin kesilmesini bekliyor. Hatta belki bazıları sahnede kınama mesajları yayınlarken, perde gerisinde Siyonistleri neden bu kadar yavaş davranmakla suçluyor da olabilir.

Nitekim körfezdeki israil işbirlikçisi emirliklerin, ilk ateşkeste Gazze’ye yardım malzemesi gönderiyorum diyerek istihbarat elemanı ve istihbarat için kullanılacak malzeme soktuğu çıkmıştı ortaya.

22 aydır direnişi sürdüren, yüzlerce kahramanı şehid veren İslami direniş erlerine bir askeri yardım ulaştırılmazken, Siyonist işgal çetesi Amerika, İngiltere ve Almanya tarafından sürekli takviye edildi. Binlerce ton bomba yağdırıldı küçücük Gazze’ye ve mülteci kamplarına…

“Bırakın savaşçı onuruyla ölelim” demişti Şehid Şeyh Ahmed Yasin ve onun talebeleri Seydalarının izinden gittiler, boyun eğmediler, kahramanca savaştılar ve şehid oldular.

Ama onları zorlayan, açlıktan ölen çocuklar, ilaç olmadığı için çaresizce çabalayan sağlıkçılar, feryat eden anneler, bir parça gıda malzemesi alabilmek için hayatını riske atan insanlardı.

Ve koskoca İslam ümmeti bırakın silah desteğini bir “İnsani koridor” açmayı bile başaramadı.

Tam abluka uygulayan ve “içeriye bir buğday tanesi bile girmeyecek” diyen insan kılıklı yaratıklara karşı İslam dünyasından bir lider çıkıp “Ben bu alçaklığı kabul etmiyorum ve oraya insani malzeme götüreceğim” demedi, diyemedi.

Tarihe geçecek bir şerefin sahibi olma imkanı vardı orta yerde; ama kimse böyle bir şerefe sahip olmayı seçmedi.

Bundan bir süre önce Ebu Ubeyde “Sessizliğinizle bizim Allah katındaki hasımlarımızsınız” demiş ve hepimizin sırtına ağır bir yük bırakmıştı.

Şimdi de Enes Cemal eş-Şerif’in, bir gazetecinin, bir şehid gazetecinin vasiyeti sarstı dünyamızı:

"Eğer bu satırlar size ulaştıysa bilin ki siyonist rejim beni öldürmeyi ve sesimi susturmayı başardı. Allah şahittir ki halkımın sesi ve sığınağı olmak için bütün gücümü verdim. Hayalim, ailemle birlikte işgal altındaki memleketim Askalan'a (Mecdel) dönmekti. Ama Allah'ın takdiri böyleymiş."

"Ağrıyı, kaybı, acıyı defalarca tattım, buna rağmen tek bir gün bile hakikati çarpıtmadan dünyaya aktarmaktan vazgeçmedim.”

"Allah şahittir, gerçeği olduğu gibi ilettim. Belki de Allah, sessiz kalanları, bizi öldürmeyi kabul edenleri, kadınlarımızın ve çocuklarımızın parçalanan bedenleri karşısında susanları görsün diye."

"Filistin'i, Müslümanların tacındaki inciyi unutmayın. Onun mazlum halkını, çocuklarını unutmayın. Sizi susturmasınlar, sınırlar sizi durdurmasın. Köprü olun, ta ki özgürlük güneşi topraklarımızın üzerine doğana kadar."

Evet, Enes kardeş!

Şahitlik ettin ve şahitliğine dünyayı şahit kıldın.

İşgalci teröristlerin iğrenç yüzlerini açığa çıkardın.

Çalıştın, çabaladın ve şahitliğini şehidlikle taçlandırdın.

Allah kabul etsin!