Öncelikle başlığı bilerek provokatif seçmiş olabiliriz ama bu seçim, hepimizde zaten proaktif bir öngörü olduğu varsayımıyla yapılmıştır. Daha netleştirelim. Başlıktaki düşüncenin doğuşu, farz bir ritüelimize, yani Hacc’ın vaciplerinden olan “şeytan taşlamaya” dayanıyor.

Şüphesiz Rabbimizin tüm işleri hikmet üzerinedir. Hacc ibadetindeki bu ritüel bize, “insanın doğru yolu bulması için, taşlayacak şeytanlara ihtiyacı olduğunu gösteriyor” diye düşünüyoruz.

Taşlanacak şeytanlarımızın olması, onurla karşısına dikileceğimiz ve karşımıza dikeceğimiz bir veya birkaç hedefimizin olması demektir. Böylece insan, hedefsizce amaçsızlığın boşluğuna düşmemiş olur ve hakk yolunda mücadele etmeye başlar.

Taşlanacak şeytanlarımızın olması, insanın tembellikten ve korkaklıktan kurtuluş reçetesidir, vahdet ve kardeşliğimizin harcıdır.

İdeallerimizin ve bir dava sahibi olmamızın varlığını imkanlı kılan, taşlanacak şeytanlarımızın olmasıdır.

Taşlanacak şeytanlarımızın olması, kendi benliğimizden, egolarımızdan, menfaatperestliğimizden kurtuluşumuzu sağlıyor ve bizi kendi benciliğimizin zindanında çürümekten kurtarıp, benliğimizi özgür kılıyor. Sonra da bizi lal ve sağır olmaktan kurtarıp adaletin yardım çığlıklarını duyar kılıyor. Bakar kör olmaktan veya kaygısızca gaflet içinde uyumaktan kurtarıyor ve bizi kötülerin, zalimlerin yüzüne fırlatılacak taşları arayan yapıyor. Bu arayış sonucunda bilim doğuyor, sanat doğuyor ve hepimizin kendine özgü romanı yazılmış oluyor.

Bütün yazıyı taşlanacak şeytanlarımızın olmasının bize sağladığı fayda üzerine yazabiliriz ama “aşırı maslahat gözetmek” nedeniyle oluşan, “taşlacak şeytanları kaybetme” tehlikesini yazmayı hedeflemiştik. Çünkü bu, gerçekten, zamanımızın önemli bir sorunu.

Aşırı maslahat gözetmeyi, “öfkesi tamamen alınmış ve her kesimi memnun etmeye odaklanmış siyaset”, “cezası silinmiş ve tamamen ödüle boğulmuş eğitim” ve “göreceliğe kaptırılmış düşünceler” üzerinden değerlendirebilirdik. Ama bunu okurumuza bırakmak zorundayız.

Çünkü direk şeytan taşlamaya geçeceğiz. Bizim büyük-küçük, taşlanacak çok şeytanımız var. “Zulüm” ve her çeşit “küfür” hiç maslahata kapılmadan taşlamamız gereken büyük şeytanlarımızdandır. “Zulme sessiz kalmak”, “Hakk’a gömleği tersten giydirmek”, “kendi için istediğini kardeşi için istememek ve onu, Allah'ın ona doğar doğmaz verdiği haklardan mahrum bırakmak”, “zalimlerle dost olmak veya dost gibi görünmek”... maslahat yapmadan taşlayacağımız şeytanlarımızdır. “Hırsızlık, torpil, tolerans, işi ehil olmayana vermek”... aşırı maslahata düşülmeden taşlanması gereken şeytanlardır. “Allah'ın ayetlerini, eğip bükerek amacından saptırmaya ve Allah'ın dinini zulmün veya zulme sessiz kalmanın aracısı kılmaya çalışan” fikirler de ısrarla taşlanmalıdır.

“Aşırı maslahat” gösterme ihtiyacı, bazen herkesi memnun etmeye çalışma çabasından doğar. Ama genelde hiç kimseyi memnun edememekle sonuçlanır. İyice güçleneceği zamana kadar erteleme, erkenden ağır bedeller ödememe iyi niyetiyle beslenir. Ama çok bekleyen mazlumun ve mücahidin umudu da ölmeye başlar. Ve bilindiği gibi fikirlerin katili, “umutsuzluktur”.

Aşırı maslahat, “tepkisizliği” metod edinince “tepkisellik”, gerçek ilkelerini gizleyince “ilkeler” ve hiçbir şeyi net söylemeyince “netlik” zamanla hastalanmaya başlar. Böylece “aşırı maslahat”, karşıda taşlanacak hiçbir şeytan bırakmaz. Şeytan olmayınca, fertler ellerindeki bütün taşları bırakmaya başlarlar. Çünkü parlak ışık kaynağı olan fikir, aslında aksiyondan beslenir. Aksiyon gidince zihin de sönmeye başlar.

Maslahat gözetmek elbette kötü değildir. Sadece endişeliyiz. Çünkü maslahat gözetmek, durmadan ilerlerken bazen ve bazı yerlerde durmak, hatta gerekirse birkaç adım geri atmak demektir. Yoksa maslahat gözetmek, sürekli geride durmak demek değildir.

Sözün sonunda, çocuklarıyla beraber tüm bir halk, hemen yanı başlarında açlıktan ölürken, onları aç bırakanlara trilyonlarca dolar verip sonra kendilerine “Müslümanım” diyenlere maslahat gözetmeden buradan üç taş fırlatıyorum. İnşallah gökten de kafalarına üç elma değil, üç taş düşer!