“O hâlde, emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Beraberindeki tevbe edenler de! Ve Allah'ın koyduğu hudûdu aşmayın! Çünkü O, ne yaparsanız hakkıyla görendir.” (Hud:112. ayet)

Hud Surenin nüzulünden sonra bir gün Hz. Ebu Bekir (r.a), Rasulullah'a (s.a.v) söyle dedi: Son zamanlarda senin daha hızlı ihtiyarladığını görmekteyim ya Rasulullah! Bunun sebebi nedir?" Rasulullah (s.a.v): "Hud suresi ve benzeri sureler beni ihtiyarlattı "buyurdular. Evet, zaman Rasulullah (s.a.v) için çok çetin bir zamandı ve İslam'ın davetini baltalamak için elinden geleni yapan Kureyş'in azaba uğratılmasından duyduğu endişelerine bu sert ikazlar da eklenmiş bulunmaktaydı. Çünkü artık Risalet Mektebinin Serveri Rasulu Ekrem(s.a.v) için Allah tarafından bahşedilen ömür sermayesinin hızla tükendiğini, nazil olan ayetin kendisine yüklediği ağır sorumluluğun biraz daha arttığı ayan beyandı. Bahşedilen ömrünün son demlerini yaşadığı bugünlerde kavminin azaba uğratılacağından korkmaktaydı.

Ol Resûl-i müctebâ hem rahmeten li'l-âlemin, bende medfundur deyû eflâke fahreyler zemin. O seçilmiş Peygamber, hem alemlerle rahmet, bende defnedildiği için kendisiyle iftihar eder. Ol Peygamber ki dostlarını küfrün karanlığından kurtarıp insanların doğru yolu bulması için onlara yardım eden ve hediye veren" kerim kişidir. Kerem sahibi elinde “Kerim Kitapla” insanlığı kurtuluşa çağıran, alemlere rahmet, cömert, eli açık olup cömertliği öğretendir. "Hataları bağışlayan ve bağışlamayı" ümmetine öğretendir. Bu isim genellikle kişinin cömert, eli açık ve başkalarına karşı yardımsever olduğunu simgelemek için kullanılır.

Onlar ki, gözlerini vahyin nuruna kapadılar, akıllarını vahyin rehberliğine vermediler, alemlerin rabbinin verdiği kabiliyetlerini bu dünya hayatının zahiri parlaklığına feda edip peygamberlerin mesajını inkâr ettiler de sonunda o sadık habercinin haberini verdiği korkunç akıbetlerle karşılaştılar.

Kur'an insanlara doğrudan hitap etme yerine, yukarıdaki hedefleri gerçekleştirmek için, Nuh, Hud, Salih, Lut, Şuayb ve Firavun kavimlerine ait kıssaları kullanmıştır. Bu kıssalarda vurgulanan en önemli şey şudur: Allah'ın hükmü bir kavim üzerinde gerçekleştiği zaman, her ne olursa olsun, isterse devrin peygamberinin en yakın akrabası olsun Allah hiç kimseyi kayırmaz. Bundan azade olanlar yalnızca peygamberlere iman edenlerdir: İnanmayanlar, isterse onun hanımı ve çocuğu olsunlar bu hükmün içindedirler.

İman her bir müminden, hüküm geldiğinde yalnızca iman kardeşliğini esas almasını gerektirmektedir. Zira kan ve ırk yakınlığını dikkate almak, bu tür durumlarda İslam'ın ruhuna zıttır. Ve Müslümanlar bu öğretiyi Hud Suresi'nin nüzulünden 4 yıl sonra Bedir Savaşı'nda pratik olarak göstermişlerdir.

Hülasa, bugün İslam dünyasının içinde barındırdığı bu muazzam potansiyel, ne yazık ki insanlığın geleceğini mahvedecek gereksiz işlerde heba edilmiştir: Bölgenin Müslüman halklarının var olan potansiyel enerjisi de açgözlü uluslararası güçlerin mücadelesinde yakıta dönüştüğü, dahası, canları ve mallarıyla ağır bedeller ödediği bir hakikattir. Halkların dertlerini umursamayan, İslam medeniyetini yeniden inşa etme ve yükselme gibi bir dertleri olmayan zalim ve dikta rejimlerin hali pür melali de ortada...