Bismihi Teâlâ.
Devir değişir, devran döner;
mekânlar yenilenir, çağlar kabuk değiştirir.
Ama değişmeyen bir şey vardır:
İnsanın oyunla soluk alma ihtiyacı,
oyunla gülümseme sevinci.
Çocukta oyun; yemek yeme, soluk alma gibi zaruridir.
Zira oyun öğrenme serüvenin ilk adımıdır.
Hatta çocuk konuşmayı,
yürümeyi dahi oyunla öğreniyor.
Ne acı ki, gelişen zamanla birlikte
“Oyun” ile “eğitim” yan yana anılmaktan uzaklaşıyor.
Hâlbuki oyun en etkili doğal öğrenme aracıdır.
Çocuk, suya attığı taşla fiziğin sırrını,
yan yana dizdiği taşlarla matematiğin düzenini keşfeder;
tekerleme söyleyip sayışırkense dilin melodisini duyar.
‘Bir varmışlarla başlayan’
satırlarda bile örtük bir öğrenme var.
Soru sormayı öğreniyor.
Paylaşmayı deneyimliyor…
“Oynamayan tay at olmaz” sözü
bu aktivite için söylenmiş olsa gerek.
Okullarımızda teneffüs zili çaldığında
çocukların sevinçle bahçeye,
adeta cennete koşuyormuşçasına
devinim içinde olduklarına şahit oluyoruz.
Peki, bu hareketliliğin nedeni ne?
Basit bir anlatımla birkaç dakikalık özgürlük…
Oysa derslikler oyunla dolsaydı,
zorla öğrenme güçlüğü olmazdı belki.
Aksine öğrenme daha keyifli olurdu.
Çünkü taş yerinde ağırdır.
Aileler kimi zaman
oyunu ‘vakit kaybı’ olarak görüyor.
Oysa çocukluk daima keşif peşindedir.
İşte asıl kayıp buna ket vurulduğunda oluyor.
“Demir tavında dövülür,” der atalarımız;
öğrenmenin tavı da çocuklukta,
oyunla sıcak tutulur ancak.
Eğitimde oyun, sadece çocuklara değil,
öğretmenlere de nefes oluyor.
Zira “Çocuğun kalbine oyunla girilir…”
Bugünün dijital dünyasında oyun denince
akla yalnızca ekranlar geliyorsa,
belki de biz oyunun özünü çoktan unuttuk demektir.
Okullarımızda oyun temelli öğrenmeye yer verdiğimizde
öğrenmenin tadı da, rengi de değişecektir.
Kalın sağlıcakla…