Batı dünyasını araştırmak onu yormuşa benziyordu. Öyle ya batının ortaya koyduğu dini görüşler bizi ayrıştırmaktan başka bir işe yaramıyordu.
Biraz kafamı dinlemeliyim deyip uzandı; ancak bu sefer neden İslam’ın ve dünyanın altın çağını başlatan süreç sekteye uğramıştı diye düşünmeye başlamıştı.
İslam dünyasının en çok mustarip olduğu konuların başında bölünmüşlük, parçalanmışlık geliyordu.
Herkes ümmet olmanın gerekliliğini savunuyordu ve ilginçtir ümmet olmaktan dem vuran Müslümanlar ümmet olmak için birbirleriyle savaşıyordu.
Acaba bunlar ümmet olmaktan ne anlıyordu?
Ümmet derken karşı grubun yok olması, yeryüzünde bir tek kendi gruplarının kalması gerektiğine mi inanıyordu ki kendisi gibi Müslüman bir grupla savaşıyordu?
Yoksa ümmet derken gelin bize katılın aksi takdirde sizi fitne çıkarmakla mı suçlarız denilmek isteniyordu!
Bilinmez ama niyette bir sıkıntı olduğu aşikârdı. Öyle ya ümmet olmak için bir masada oturup uzlaşılabilirdi pekâlâ…
Neden uzlaşmak yerine, karşılıklı suçlamalar, fitneci olmakla itham etmeler ve akabinde çatışmalar yaşanıyordu.
Buna bir son verilip, İslam dünyasını yeniden şaha kaldıracak bir sürece girilemez mi gerçekten!
Madem herkesin isteği ümmet olmak neden İslam dünyası sürekli sözlü, fiili ve psikolojik bir savaşın içinde?
Elbette birden çok nedeni olabilir; ancak ben İslam’ın ilk dönemlerine yoğunlaşmalıyım diye düşünüyordu.
İnsanların en faziletlisi şeksiz şüphesiz Hz. Muhammed (s.a.v) efendimizdir, kendinden sonra her Müslümanın kişiliğinde bulunması gereken dört örnek bırakmıştır. Bunlar sadakat, adalet, edep ve ilimdir.
Hz. Ebubekir’i örnek almak İslam’a sadakatin göstergesidir, aksi takdirde İslam’a olan sadakatten ziyade bir gruba olan sadakate döner, bunun göstergesi insanlara İslam anlatılırken bile bilinçaltında asıl niyeti onu kendi grubuna dâhil etmektir ve maalesef kişi bunun farkında bile olmaz.
Hz. Ömer’i örnek almak, bütün insanlığa karşı adil olmayı gerektirir. Aksi takdirde kendi grubuna karşı adil, geri kalanlara zalim olunabilir. (Hz. Ömer’in sadece adaletini değil, İslam’ı anlama ve yorumlamadaki muhteşem yönünü de araştırmak gerekir.)
Hz. Osman’ın örnek alınmadığı bir yerde insanlar edepsizleşir ve kendinden olmayanlara karşı her türlü hakaret ve küfür içerikli sözleri söylemekten çekinmez.
Hz. Ali’nin örnek alınmadığı bir yerde, insanlar ilimden nasipsiz kalır ve kulaktan dolma bilgilerle, kendinden olanların her söylediğine inanıp körü körüne bir gruba bağlanır.
Öyle ya Allah ile irtibatından şüphe duymadığımız efendimiz bu kutlu insanları bir an bile yanından ayırmamış ve yine şüphe yok ki bu kutlu insanları en iyi tanıyan yine efendimizdir. Efendimizden yüzlerce yıl sonra dünyaya gelmiş bizler nasıl olur da bu kutlu insanları efendimizden daha iyi tanıdığımızı iddia edebilir ve onları örnek almamak gibi bir gaflete düşebiliriz, hele ki bu kutlu insanlar, efendimizin sevgi ve övgüsüne mazhar olmuşken.
Özetle Nehir’in en temiz yeri kaynağıdır, kaynaktan uzaklaştıkça herkes o Nehir’e kendi çer çöpünü atarak kirletebilir. Dolayısıyla efendimizin talim ve terbiyesinden geçmiş bu kutlu insanlar bizim için en güzel örnektir. Dolayısıyla ümmet olmanın tek yolu inanç ve İslami anlayış ve yorumlama konusunda başta efendimiz (s.a.v) olmak üzere O’nun en yakınındaki nesli örnek almakla mümkün olur.