Özellikle 18. yüzyıldan sonra, “vatan” ve “millet” kavramları, “inanç” ve “ekonomi” ile beraber, insanlığı kendisiyle beraber sürükler konuma yükseldi. Şimdi, “millet” ve “vatan” sevgisi, inancın önemli ilkeleri arasına yerleştirilmeye başlandı.
Aslında kavramlar esnektir. İçine yerleştirdiğimiz yan kavramların yardımıyla zihinlerimiz tarafından farklı algılanabilir. “Millet” ve “vatan” kavramları, “ırkçı”, “solcu”, “kemalist”, “muhafazakar” veya kendini “sadece Müslüman” diye tanımlayanlar tarafından, farklı anlam kategorilerinde tanımlanabilir. Son dönemin kimi muhafazakarları, gittikçe kemalizme veya ırkçılığa doğru sürüklenen milliyetçilik tanımlarını, İslami sosla sunma niyetindedirler.
Dikkatle incelediğimizde bu kesimin, İslam sınırlarında tutulan nöbeti, İslam’ın yayıldığı yurdu, namusunu ve mülkünü koruma çabasını, İslam'ın mukaddes bölgelerini sevme ve koruma niyetini, çağın ırk merkezli vatan ve millet anlayışına yönelik bir yorumlamaya doğru sürüklediğini görüyoruz. Belki bu tanımlamayla niyetlerinin, “vatan diye isimlendirdikleri coğrafyada yaşayan milleti, İslam'a doğru yönlendirmek” olduğunu söyleyeceklerdir. Ama aslında söylediklerinin tam aksi yöne, “kendileriyle beraber bir Müslüman milletini, ırk merkezli bir milliyetçiğe doğru yönlendirmek” istiyorlar maalesef. Yaymaya çalıştıkları İslami soslu Milliyetçilikle, “İslam'ı” değil, “milletlerini” yükseltmek çalışıyorlar. Bu çabalar, Müslüman halklar arasında derin ayrışmalar yarattı artık.
“Millet” kavramını, ırk, vatandaşlık, kültür, dil ve tarih ortaklığı merkezli… tanımlayanlar var. Ama bu tanımları incelemek konuyu uzatır, yani direk milliyetçiliğe girmek zorundayız.
Milliyetçilik tanımının içinde “kendi milletinin doğuştan geldiğine inandığı özelliklerini, diğer milletlerden üstün görme” varsa, bu İslami bilinçli her Müslüman tarafından kabul edilemez bulunacaktır. Çünkü her Müslüman, Allah katında üstünlüğün ölçüsünün “millet” değil “takva” olduğunu bilir. Onun için, böyle bir milliyetçilik kavramı, milliyetçiliği İslami sosla sunmaya çalışanlar tarafından da reddedilir. Çünkü bu kadar da acemi davranmak istemezler.
Onun yerine, İslami soslu Milliyetçiliği, “kendi milletini diğer milletlerden daha çok sevip, üstün gelmesi için çalışmak” olarak tanımlarlar. Bunun Allah'ın sünnetullahına da uygun olduğunu savunurlar. “Bireyin kendi milletini daha çok sevip, üstün kılmak için çalışması, kişinin çocuğunu, ailesini, aşiretini başkalarından daha çok sevip üstün gelmesini istemesi gibi bir şeydir” derler. Bu tanımlama şekli, İslam'a da uyuyor gibi görünür. Ama değil, çünkü İslam’da, kendin için istediğini, her milletten Müslüman kardeşin için de istemek zorundasın. Oysa üstünlük arzusu, üstün gelinecek ve öteki görülecek başka milletlerin varlığını zorunlu kılar.
Zihinlerindeki ırk merkezli milliyetçiliğin izlerini daha çok gizlemek isteyenler, İslami sosu artırıp “daha üstün”, “daha iyi” gibi betimlemeleri kaldırır ve milliyetçiliğe, “kendi milletini sevmek, kendi milleti için çalışmak” derler. Çalışmaktan kasıt, maalesef milli renkleri görünür kılma üzerinedir.
Ancak, Müslüman sadece İslam için çalışır. Rengi, ırkı ne olursa olsun, Müslüman olan kardeşlerini ya eşit sever ya da kendince takvasının oranını baz alır. Milletine yönelmesinin sebebi, sevgide daha çok kayırması değil, milletiyle daha rahat iletişim kurabilmesi ve kendisi için daha rahat ulaşılır olmasıdır. Müslümanlar olarak fani vatanımız, bütün ruy-i zemindir. Daha iyi Müslüman olması için çalışmayı hedeflediği millet, tüm nev-i beşerdir.
Ama milletinin, İslam coğrafyasının lideri olmasının zorunluluk olduğuna inanan Müslümanlar bile var. Acaba böyle bir zihniyet, milletinin mi İslam'a hizmet etmesini istiyordur, yoksa İslam’ın mı onun milletine hizmet etmesini istiyordur!
Allah’ü Teala, farklılıklarımıza saygı bilincini, parçalanmışlıklarımıza son vermeyi nasip etsin. Üst millet olma sevdasını hepimizin yüreğinden silsin. Gasp edilmiş haklarımız varsa, bunun savunusunu, “milliyetçilik” üzerinden değil, İslami “Hakk- hukuk” üzerinden yapma bilinci bahşetsin inşallah.