Öz yönetim mi? Ez yönet-im mi?
“Ez yönetim`in” Türkçesi malumdur… Ezerek, zulmederek yönetim... Kürtçesi ise; “Ben” Yönetimi şeklinde tevil edilebilecek “Tekçi” “Otoriter” yönetim tarzı olarak ifade edilse yanlış olmaz. Zira pratiği daha berbat cereyan ediyor.
Daha beş – altı aylık bir başlangıçta ve birkaç şehirlik bir denemede, 200 binden fazla insan yurdundan, yuvasından olup Suriye`li mültecilerin durumuna düştü. Yüz binlerce çocuk okulundan, eğitiminden oldu, başka yerlerde “yetimhane” tabir edilen yatılı okullara naklolmayla karşı karşıya kaldı.
On binlerce esnaf iflasın eşiğinde. Kısacası Bölgede; sosyal, siyasal ekonomik hayat felç olmuş durumdadır. Hastaneler hasta bakamıyor. Acil hastalar beyaz bayraklar eşliğinde bile ambulanslara selametle yetişemiyor. “Olağanüstü Hal durumunda da” sıkıyönetim de de” böyle bir durum yoktu. Diyarbakır`daki tarihi camiler; Endülüs Camileri gibi sustu. Moğol istilası döneminde bile o camilerde ezan susmamıştı.
Peki tüm bu vahametler niye?! Efendim “Dağdan talimat geldi sizi biz yönetecez!!!” yani böyle her aklına esen öz yönetimini dayatırsa bu iş nereye varacak? Daha da önemlisi; Perşembe`nin gelişi Çarşamba`dan belliymiş. “Ez yönetimin” başlangıcı buysa, Allah muhafaza sonunda o bölgede PYD`nin Suriye`de yaptığı gibi Kürt kalmaz.
KÜRTLER BU “STALİNİST / MARKSİST” İŞGALİ KABUL ETMEMELİDİR!
Pkk`nın bu “Stalinist” işgalini, “Kürtleri özgürleştiriyoruz” sloganı üzerinden kodlayıp kalıcılaştırmaya çalışması taktikseldir. Kürtleri Marksist ideolojinin hizmetine koyma çabasıdır. Zaten bu işi körükleyen Adanalı Kürt olmayan iki kişinin gelip biri Kandil`de “Eşbaşkan” olan Duran Kalkan ile ötekisi HDP`nin Eş Başkanı Figen Yüksekdağ`ın Kürtleri yönetme sevdası, bu işteki düzenbazlığı deşifre ediyor. Fakat ne hikmetse Kürtler bu güne kadar bu düzenbazlığa karşı ciddi bir tepki sergilemediler. Fakat sabrın da bir sınırı var. Olmalıdır da. Kürtler şunu da görmelidirler, güya Türkiye`de “Kürtleri özgürleştirme sevdasına (!) vurulmuş ve hiçbiri Kürt olmayan Duran Kalkan, Figen Yüksekdağ, Levent Tüzel, S.S Önder, Nursel Aydoğan, Ertuğrul Kürkçü ve daha onlarcası; Irakta belli bir statüye kavuşan ve Türkiye ile iyi ilişki içinde olmaya çalışan Barzani Yönetimine de “can düşmanı” kesiliyorlar. Buradan bile anlaşılıyor bu güruhun derdi Kürtler değil, bunlar Kürt Coğrafyasını “Marksist Müzeye” çevirme sevdasına kapılmışlar. Türkiye`ye güçleri yetmeyen bu güruh, PYD ve Esed`ten sonra arkalarını Putin`e yaslayarak Türkiye ve Rusya arasındaki uçak krizini de fırsat bilip, Suriye tarzı “karton kanton” hülyaları kuruyorlar. Fakat olan bu arada Kürtlere oluyor. Yüz binlercesi mağdur olmuş. Milyonlarcası da mağdur olma yolunda. Olan sadece Kürtlere olmuyor. Türkiye`ye oluyor. Amaç Suriyeleştirmedir. Hükümet de bunu görüyor.
BÖLGE BELEDİYELERİNİN 2016 YILI BÜTÇELERİ BELEDİYELERDEN KESİLİP DİREK HENDEK MAĞDURLARININ SORUNLARI İÇİN KULLANILMALI:
Bölgedeki belediyelerin büyük kısmı HDP ve DBP`dedir. Aslında yerel yönetim oldukları halde; işi gücü bırakmış “hendek siyasetine” düşmüşler. Belediye`ye ait iş makinalarının nerelerde kullanıldığını devlet de halk da biliyor. Merkez bütçeden muazzam bir bütçe aktarılıyor bu belediyelere. Doğu – Güneydoğu dışındaki bölgelerin mahalli idarelerinde aldıkları aynı bütçe ile şehirlerinin alt yapı – üst yapı tüm ihtiyaçlarını bitirmişler. Artık bütçelerini sosyal – kültürel projelerde değerlendiriyorlar.
Bölgede ise zaten eskiden de doğru – dürüst çöp toplanmazdı. Cadde kenarında patlayan kanalizasyon, Diyarbakır gibi bir yerde günlerce açıktan akardı. Belediye bütçelerinin nereye harcandığını halk da iyi bilir.
Son gelinen durumda, yüz binlerce kişi evini barkını terk etti. On binlerce ev, iş yeri, okul, cami vs. yıkıldı. Zaten mevcut belediyeler hizmet vermeyi bırakmışlar. Belediyeye bütçe, halka hizmet için verilir. Halk da zaten yerinden olmuş.
Yasal mevzuatlar; belediyelerin işlevlerini kaybetmeleri durumunda, Belediye yöneticilerinin görevini devralmaya imkân veriyor. Hatta Büyükşehir Belediyelerinin bazı projelerini, bazı işlerini ilgili bazı Bakanlıklar üstlenebilir. Misalen Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinin (eski parayla) bir buçuk trilyon TL`lik bütçesi var. 2016 yılında bu para direk Belediye`ye aktarılırsa, Sur`da mağdur olanlara bir kuruş bile gitmez. Fakat İçişleri Bakanlığı aracılığı ile bu para, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bünyesinde oluşturulacak bir alt birime ya da bir fona aktarılırsa, bu mağdur kitlelerin barınma, bakım, eğitim, sağlık v.s ihtiyaçları çok daha uygun şekilde karşılanır. Hendek kazılan tüm Belediyelerin bütçeleri ilgili bakanlıklar tarafından doğrudan halkın ihtiyaçlarına yönlendirilmelidir. “TOKİ” kentsel dönüşüm kapsamında, belediye bütçesinden de pay alarak ev ve iş yerleri zarar görenlere ev ve iş yeri yapabilir. İl Özel İdareleri, hatta ilaveten Koordinasyon Birimleri, Sosyal Yardımlaşma – Dayanışma Müdürlükleri aracılığı ile bu belediye bütçeleri; “DAHA ADİL” bir şekilde, Belediye sınırları içerisindeki vatandaşlara hizmete dönüştürülebilir.
Bölge belediyelerinin çoğunluğunun belli görüşteki parti ve siyasi örgütlere müzahir oluşları tarafgir tutumlarına “mahalle baskılarına sebep oluyor. Halkın, belediye bütçelerinin boyutundan da pek haberleri yok. Belediyelerin hizmet üretmeyişini de, “Devlet Ayrımcılığı” olarak biliyorlar.
Normal şartlar sağlanana kadar, devletin o bölge belediyelerinin bütçelerini, belediye dışındaki başka mekanizmalar üzerinden oradaki vatandaşlara “DAHA ADİL HİZMETE” dönüştürmesi bir zorunluluktur.
Seçimlerin bile adil koşullarda yapılamadığı muhitlerde, belediye bütçelerinin gerekçesi, bir denetimden geçtiğinin inandırıcılığı olmaz. Kaldı ki Bölgenin hal-i pür melali ortada. Belediye iş makinaları ne işlerle meşgul. Mağdur olan kitlelerin büyüklüğüne ve mevcut hasarın boyutlarına bakılırsa, ek yardımlarla bu yaralar sarılmaz. En makul yol; 2016 hatta 2017 yılı belediye bütçelerinin, görevlerini hakkıyla yapmayan tarafgir belediyeler dışındaki kanallarla halka aktarılmasıdır.
Çünkü bu halkın hakkıdır.